İki İnsan Tipi, İki Yaşam Tarzı…

Bir yanda kendi ordusu tarafından kurşuna dizilmek pahasına “düşman” ordusunun askerine “kardeşim” diyerek elindeki silahla kurşun sıkmayı reddetmenin insana içkin yüceliği ve fedakârlığı var. (1)

Diğer tarafta, aynı topraklarda birlikte yaşadığı kendi halkından savunmasız sivilleri aşkın bir değer adına kurşuna dizip, kadınları ve kız çocuklarını esir pazarlarında satmanın düşkünlüğü ve yağmacılığı var.

Burada söz konusu olan, iki farklı “insan oluş” tarzıdır.

Yani…

Burada söz konusu olan:

Yeryüzünde iki farklı ikamet etme biçimi arasında yapılan radikal bir seçimdir.

Biri, kendini bir fikir adına kişisel olarak feda etmenin trajedisini ve mütevazılığını, öncelikle kendi krallığına meydan okuyarak tüm insanlığa barış içinde bir arada yaşama umudu veren ölümsüz bir efsaneye dönüştürür.

Diğeri, kendi kişisel mağduriyetini ve hasedini, öncelikle savunmasız insanlardan, kadınlardan ve çocuklardan başlayarak kendinden başka tüm insanlığı yok etmeye yönelik nefret ve zorbalıkla tatmin etmeye çalışır.

Biri, zor ve karşılık beklemeyen fedakar bir seçimdir; sadece özgür bir insan olarak adaletsizliğe “hayır” diyebilmenin sorumluluğunu kendi üzerine alır ve insan uygarlığının bilincinde sonsuza dek taht kurar.

Diğeri, kolay ve çıkarlar için yapılan fırsatçı bir seçimdir; davranışlarının kişisel sorumluluğunu biat ettiğini söylediği aşkın bir otoritenin üzerine atarak, hem bu dünyanın nimetlerinden faydalanmayı hem de sonsuz şatafatlı bir yaşamla mükâfatlandırılmayı hesaplar.

Yani…

Özünde…

Burada söz konusu olan, sadece yeryüzündeki iki farklı insan oluş tipidir.

İki farklı yaşam tarzıdır.

İki farklı uygarlık fikridir.

Birinde, ben aynı zamanda bir başkasıyım diyebilen bir özne oluş; başkasının insanlığını kendi özneleşmesinin, kendi özgürlüğünün temel davası yapan, kendi özdekselliğinden başkalaşan “çokluk içeren” bir insan oluş öznelliği vardır.

Diğerinde, ben benim, ben sadece kendimle aynıyım diyen bir narsizm; başkasının insanlığını da, varlığını da kendi kendimle saf kalışım için topyekun yok eder, tamamen ortadan kaldırırım, diyen bir “aynı kalış” fanatizmi vardır.

Ama…

İkisinin de yeryüzünde hiçbir kutsallığı yoktur.

İkisinin de bu dünyada hiçbir aşkın temeli yoktur.

Çünkü…

İkisi arasındaki seçim, sadece insanın kendisine içkindir.

Birinde, insana içkin olan bu yapabilme özgürlügünün gücü tüm yalınlığıyla yaşamda görülür.

Diğerinde, sorgulanamaz kabul edilen aşkın bir otoriteye sorumluluğu atarak yapılan kişisel seçimlerin sonuçlarını mazur götermenin bahanesi, tüm çıplaklığıyla gözler önüne serilir.

Yani…

Yeryüzündeki bu iki insan tipinden, bu iki yaşam tarzı arasındaki seçimden ve bu seçimle gerçekleşen eylemlerden, yine sadece insanın kendisi sorumludur.

Bilinçte…

Vicdanda…

Birinde, düşmanına kendi insanlığı adına “kardeşim” diyerek, kurşun sıkmayarak ölmeyi seçerken de…

Diğerinde, komşusuna kutsal bir değer adına “kâfir” deyip kurşun sıkarak, tecavüz ederek, öldürerek yaşamayı seçerken de…

Yeryüzü adaletinin önünde…

İnsanın sadece kendisi, kendi seçiminin sorumlu öznesidir.

 Metin Gönen

3.01. 2015

Francisco Goya - "Fusillades du 3 mai"
Francisco Goya – “Fusillades du 3 mai”

(1) “Kardeşime kurşun sıkmam” dedikleri için İnciraltı’nda Yunan Krallığı’nca 01 Ocak 1921 tarihinde kurşuna dizilen 200 sosyalist Yunan askeri, ölümlerinin 94. yıldönümünde, 4 Ocak 2015 saat 13.00’te katledildikleri yerde barış şiirleri okunarak ve Ege Denizi’ne karanfiller bırakılarak anılacak.

1921 YILINDA TÜRKİYE’DE CEPHEDEKİ YUNANLI KOMÜNİST ASKERLERİN KENDİ KRALLIKLARINA HİTABEN YAZDIKLARI YENİ YIL BİLDİRİSİ

Yeni yılın ilk gününün şafağı doğmak üzere.

Bu güzel bayram, acılar ve yaşamın zorlukları içinde tatlı anıları ve umutları hatırlatarak bizi biraz da olsa rahatlatıyor gibi görünse de bitip tükenmek bilmeyen ve kanla sulanan günlük çilemizi ortadan kaldırmıyor, yaşadığımız kâbusların yarınlarımızı karartmasına engel olamıyor.

Yeni yıl burada, cephede bize ne getirebilir?

Meandru nehrinin kıyılarından Uşak dağlarının karlı zirvelerine, kutsal şehir Bursa’ya, karla kaplı Trakya dağlarına kadar soğuktan tutmayan parmaklarımız tetikteyken nöbetçi kulübelerinin önünde öldürmeye ve ölmeye hazır bir biçimde nöbet tutuyoruz. Bazılarımız salgın hastalıkların yol açtığı çürümüş bedenleriyle ya da ölümcül kurşun yaralarıyla, insani ilgi ve tedaviden uzak yarının sakatları olarak hastanelerde yatıyoruz, bazılarımız ise savaşa karşı çıktığımız için prangalara vurulmuş ve kanunlarla cezalandırılmış olarak cezaevlerinde iç çekerek inliyoruz.

Ya diğerleri… Neden diğerleri yaşamıyor şimdi. Şimdi aramızda olmayan ve savaşta yaşamını kaybeden diğerleri yeni yılda aramızda yoklar. Küçük Asya’nın* tepe ve dağlarında kaldı cansız bedenleri.

Günümüzün çile ve zulmü bu kadarla bitmiyor. Arkamızda bıraktığımız ailelerimiz yıllardan beridir kara bir yas içindeler. Biz yoksullar burada cephedeyiz. Zenginler ve dolayısıyla güçlüler askerlik yapmamak, ailelerinden uzak olmamak için bir yol buluyorlar. Alnımızın teriyle yaşlı ana babalarımıza bakıyor kardeşlerimizi koruyup kollamaya çalışıyorduk. Belki biz buralardayken anamızı babamızı kaybettik… Belki kardeşlerimiz yoksulluğun neden olduğu mutsuzluklar içinde ensesi kalın şerefsizlerin hayvanca emellerine kurban olmuşlardır.

Ve biz burada cephede vatan için savaşıyoruz..! Bizi bugünkü acılarımızdan kurtaracak olan tatlı anılarımız nerde şimdi. Yoklar… Aklımıza bile gelmiyorlar. Çünkü etrafımız acılarla ve prangalarla çevrilmiş. Ölüm ve zulüm dışında bir şey göremiyoruz. Çok azımız 1 eylül tarihini hatırlıyoruz. Halkı derinden yaralayan, mezbahaneye sürükleyen, Batı Avrupa’nın parazitlerinin savaş kabusunu attık üzerimizden diyebilenimiz çok az. Bu çok azımız kısa sürede gerçeğin acı tokadını hissettik yüzümüzde.

Kâbuslar bitmedi. Başka bir biçim altında yeniden çöktü yoksul halkımızın sırtına. Panayır kutlaması havası içinde “kahraman ordumuzun desteği ile ulusal hedeflerimize ulaşacağız” açıklamasını yaptı yeni hükümet yetkilileri krallık mührüyle.

Yeniden Vampirleştiler. Kan… kan… kan… diyerek halkın kanını istiyorlar. Yılbaşı günlerinin tatlı rüyaları yerini acılara, ağıtlara, ölülere ve ölmeye hazır olanlara yas tutmaya dönüştü.

Ey vampirler… Kan kokan sevinçleriniz kursağınızda kalabilir. Biz artık kadere inanan geçmişin masum insanları değiliz. İçinde yaşadığımız toplumsal sömürülere ve şartlara rağmen demagoji ve yalanlarla süsleyip resmettiğiniz, uğruna insanları barbarca birbirine parçalattırdığınız emellerinizi biliyoruz artık. Biz kendi halinde yaşayan vatandaşlar kanla boyanan yılların cehennemi içinde uyandık.

Ödediğimiz bedeller çirkin egoizminizin, sınıfınızın, “vatanınızın” ve “ulusal rüyalarınızın”, arkasında yatanları görmemize yardımcı oldu. Biz günlük yaşam için mücadele edenler, işçiler sömürülerinizin devam ettiği bu toplumsal yapı içinde özgür olamayız. Çünkü savaşan ordunuzun kurbanları olmadığımız dönemlerde de fabrikalarınızın ve ticari şirketlerinizin kurbanı olmaktayız. Ya kanımızla ya terimizle sizin doyum bilmeyen hayvanca taleplerinizin köleleri olarak hazinelerinizi büyütüyoruz.

Bize bir daha özgürlükten bahsetmeyin. Dayattığınız köleliğe dayanamıyoruz artık. Gördük ki hükümetleriniz rengi nasıl olursa olsun, ezen sınıfın sözcüsü, krallıkla yönetilen devlet iktidarınız ise hizmet ettiğiniz sınıfın şiddetini ve zorbalığını koruyup uygulayan örgütlü bir kurumdan başka bir şey değildir.

Bir daha bize, vatan ve ulusal çıkarlardan dem vurmayın… Çünkü bunlardan bahsettikçe iyice çirkinleşip alçaklaşıyorsunuz. Kendinizi gizlemenize yetmiyor. Simge ve idealleriniz önümüzde yıkıldıkça kalbimiz size ve sınıfınıza karşı kin ve nefretle doldu. Bu nefret ve kinin sizin halklar arasında ektiğiniz ve birbirlerini kırmalarına neden olduğunuz Fransız-Alman, Yunanlı-Bulgar düşmanlığıyla ilgisi yoktur. Tarihi devrimci süreçle, halkların kölelik zincirlerinin kırılmasıyla, eski toplumu yıkarak yerine özgür ve adaletli bir toplum inşa etmekle ilgilidir.

Yeni insanlığın tohumları yer kürenin kuzeyinde savaşın toz ve dumanı içinde çoktan düştü.

Devrimci sürecin sonlarına yaklaşıyoruz. Yıkılmaya hazır toplumunuzu omzunuzun üstünde tutmaya çalışan sizler bu gerçek karşısında titriyorsunuz. Sizi sisteminizin enkazı altında yok edecek olan deprem hızla yayılıyor.

Bu nedenle; siz hükümetin büyük kelleleri bilmenizi isteriz ki sizin ülkenizin değil gerçekten insanlık için verilen savaşın kahraman askerleriyiz. Bu nedenle 1921 yılının birinci günü burada cephede haksız yere katledilenlerin ağıtı, işkence altındakilerin, hasta ve toprak altında kalan kemiklerin inlemesi değil, göğüs kafesine sığmayan güçlü haykırışın sesi yükseliyor.

Komünist Askerler Merkez Yürütme Konseyi

Yayınlayan

Seyit ALDOĞAN, Atina

EVRENSEL GAZETESİ, 03 Ocak 2015