John Locke ve Gezi Parkı

John Locke (1632-1704) Aydınlanma’nın öncülerinden olan bir filozof. Thomas Hobbes (1588-1679) ile birlikte politikanın temelini “Toplum Sözleşmesi” olarak gören teorinin kurucularından. “Sözleşmeci” politikanın temel eserlerinden olan J. J. Rousseau’nun Du Contrat Sociale ou principes du droit politique (1762) adlı kitabının esin kaynaklarından.

Voltaire’in Fransa’da Traité sur tolerance (1763) adlı kitabını yazarak tolerans konusunda Katolik kilisesine karşı angaje olması gibi, İngiltere’de A Letter Concerning Toleration (1689)  eseri ile iç savaş ve “hoşgörü” üzerine kafa yormuş bir düşünür.

Hükümet üzerine yazdığı Two Treatises of Governement (1689) adlı eserleriyle Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi’nin (Declaration of Independence, 1776) ve dünyanın özgürlükçü anayasalarından birisi olan Amerikan Anayasası’nın (United States Constitution, 1787) yazılmasına, “hukuk devleti” kavramının yerleşmesine  esin kaynağı olan bir liberal.

Peki…

Locke, bugün yaşasaydı ve toplumsal sözleşme üzerine düşünen bir filozof olarak Taksim’de Gezi Parkı’na yapılan şiddetli müdahaleyi görseydi, ne derdi?

Kurucu bir toplum sözleşmesi olan anayasa çerçevesinde yasal demokratik haklarını, özgürlük taleplerini dile getirerek toplumun ortak kaderine dair kamusal alanda söz söylemek isteyen bu gençlerin, onları destekleyen annelerinin, babalarının oluşturduğu meşru bir sivil itaatsizlik hareketi karşısına hoşgörüden yoksun kör bir şiddetle çıkılmasına ne derdi?

Yani…

Anayasal çerçevede demokratik haklarını dile getiren meşru bir sivil toplum hareketinin karşısına, demagojik bir karatmayla hukuk dışı şiddeti çıkarmak; yürütmenin, kolluk güçlerinin ve medyanın “kutsal ittifakı” ile bu barışçıl yasal sivil toplum hareketini ezmeye kalkmak, “toplumsal sözleşme” ve “hukuk devleti” savunucusu Locke için ne anlama gelirdi?

Eğer…

Johne Locke, bir liberal filozof olarak, yazdığı eserlere ve savunduğu fikirlere sadık kaldıysa, tabii ki bu durumu öncelikle evrensel bir adaletsizlik olarak nitelerdi.

Sonra da politika felsefesinin temel taşlarından birini oluşturan “toplumsal sözleşme” üzerine düşünceleri çerçevesinde, ilkesel tutumunu dile getirirdi.

Bir ülkede demokrasi vvarsa, geçici olarak seçilmiş hükümet ile yapılmış olan Toplum Sözleşmesi’ne göre, sivil topluma karşı iktidar tarafından böyle bir kör şiddet uygulanamaz, böyle bir adaletsizlik yapılamaz.

Ama…

Eğer bir ülkede anayasa yani toplumsal sözleşme çerçvesinde yasal ve meşru bir sivil toplum hareketine karşı böyle hukuk dışı kör bir şiddet uygulanıyor, böyle bir adaletsizlik yapılıyorsa, o zaman da toplumsal sözleşmeyi ihlal eden bu yönetime karşı sivil itaatsizlik adil bir hak olarak yasal ve meşru hale gelir, derdi.

Çünkü…

John Locke için, bir Toplum Sözleşmesi’ne göre geçici olarak seçilmiş bir iktidarın görevi, öncelikle kamusal yararı ve toplumsal barışı, hukuk içerisinde sağlamaktır.

Bu çerçevede…

Eğer seçilmiş geçici bir iktidar;

  1. a)Hukuk dışı bir şiddet kullanıyorsa
  2. b)Sözleşmede belirlenen görevini yapmıyorsa
  3. c)Sözleşmede olmayan farklı bir projeyi uyguluyorsa

 

Bu durumda, sivil toplumun, itaatsizlik hakkı yasal ve meşrudur.

Locke, sivil toplumun sadece küçük bir bölümünün bile, bu üç nedenden birisi için Toplum Sözleşmesi’ni iptal ederek yönetimin değişmesini isteme hakkına ve meşruluğuna sahiptir, der.

Locke’a göre Gezi Parkı örneğinde bu üç şık da mevcuttur.

 

  1. Bir şehrin ortak-yaşam alanı olan bir parkın, kamusal alan olarak halkın kullanımına açık kalmasını sağlamak yerine, özel bir kullanım amacıyla kışla ve AVM yapılmak için yıkılmak istenmesi, seçilmiş hükümetin sivil toplumla gerçekleştirdiği Toplum Sözleşmesi’ndeki kamusal yararı koruma görevini yerine getirmediğini göstermektedir.
  2. Bu kamusal çıkarı koruma görevini yerine getirmeme durumu, sivil toplumun itirazlarına rağmen bizzat hükümetin kendisinin bir kamusal alan olan parkı yıkarak özel bir kullanım için projelendirmek istemesi, yani seçilmiş geçici bir iktidar ve sivil toplum arasındaki Toplumsal Sözleşme’de bulunmayan ve prensipte kamu yararına aykırı olan farklı bir projenin gerçekleştirmeye çalışılmasıdır.
  3. Kamu yararını koruma görevini yerine getirmeyen, tersine bizzat kendisi ortak-yaşam alanı olan bir parkı özel kullanım için yıkmaya çalışan hükümet; üstelik bir de parklarını korumak isteyen sivil toplum hareketine karşı hukuksuz bir kör şiddet ve ölümcül bir güç kullanmaktadır.

 

Yani…

Seçilmiş yöneticiler, sivil toplumla yaptıkları toplumsal sözleşme temelinde kamusal yararı ve toplumsal barışı hukuk çerçevesinde koruma görevini yerine getirmemektedirler.

 

Bu durumda, John Locke’a göre, hükümetin kendisi toplum sözleşmesini ihlal etmektedir. Sivil toplumun küçük bir bölümü tarafından bile kamu yararını ve toplumsal barışı hukuk çerçevesinde koruyan yeni bir toplumsal sözleme istenmesi haklı ve meşrudur.

Çünkü…

Gezi Parkı’na, yani kamusal ortak-yaşam alanlarını korumak isteyen bu sivil itaatsizlik hareketine karşı yapılan hukuksuz bir şiddetle bastırma müdahaleleri sonucu, toplumda oluşan adaletsizlik duygusu çok daha vahim bir hal almaktadır.

Lock’a göre, bir topluma yayılan derin bir adaletsizlik duygusu, toplumsal adaleti sağlayacak, kamusal yararı koruyacak, barışı getirecek, özgür insanların bir arada yaşadığı çoğulcu bir toplum sözleşmesi ile bir “hukuk devleti” kurma arzusunu ve enerjisini de tetikler.

Kolluk güçlerinin ölümcül gaz şiddetinin altında kalmasına rağmen, bir sivil-demokratik itaatsizliğin haklılılığı ve meşruluğu özlenen yeni bir toplum sözleşmesi umudunu ve gerçek bir hukuk devleti fikrini yaratır.

Bu sivil itaatsizliğin önünde hukuk dışı bir şiddetin hiç bir engelleyici etkisi olamaz, çünkü haklı ve meşru değildir.

Hukuk dışı şiddete son vermeden, adalet yerini bulmadan, yeni bir toplum sözleşmesi, yeni bir demokratik anayasa yazılmadan, barış yapılmadan, sivil toplumun kamusal alanlarda söz söyleyebilme ve seçilmişleri denetleyebilme haklarının önündeki engeller kalkmadan, kısaca gerçek bir demokrasi kurulmadan, özgürlük ve adalet isteyen bir sivil itaatsizlik hareketi durmaz.

Temel olan da budur: Göz gözü görmeyen bir gaz bulutunun, demagojinin, hukuksuzluğun, şiddetin içinden kamu yararını koruyacak, toplumsal barışı hukuk içerisinde sağlayacak adil bir toplum sözleşmesi yaratabilmektir.

Yani…

İhtiyacımız olan daha fazla şiddet, daha fazla yasak, daha fazla kışla, daha fazla AVM değil…

Tersine…

Daha fazla Gezi Parkları ve daha fazla yeşil alanlar…

Yani…

Daha fazla hukuk, daha fazla adalet, daha fazla özgür-ortak alanlar, daha fazla eşit-ortak yaşamlar ve toplumsal barıştır.

İşte böyle derdi John Locke…

Eğer Taksim civarında dolaşırken, Gezi Parkı’na yapılan bu şiddetli müdahaleyi görseydi.

Kamu yararını koruma görevini yapmayan bir yönetime itirazlarını anayasal çerçevede barışçıl bir biçimde dile getien bir sivil toplum protestosuna hukuksuz bir şiddet uygulayarak yönetme meşruluğunu kaybedenler karşısında…

Kamusal ortak-yaşam alanlarına ve yasal demokratik haklarına sahip çıkan bu gençlerin, onlarla dayanışma içinde olan annelerin-babaların haklı ve meşru sivil itaatsizlik hareketini yüzyılların hoşgörüsüyle selamlarken…

Kurucu toplumsal sözleşmenin yaratıcısı bir filozof olarak bunları düşünürdü…

16 Haziran 2013