Spotlight, Çocuk Tacizleri ve Adalet

Spotlightbir kurmaca film olarak, Massachusetts Eyaletinin başkenti Boston’da yaşanmış ve yerel Boston Globe gazetesinde, 2002 yılının başında haberi yapılmış olan cinsel taciz olaylarını senaryolaştırarak anlatıyor.[1]

Spotlight, sinematografik yapı olarak ise, bir polisiye filmin türsel özelliklerini taşıyor.

spotlight
Spotlight (Tom McCarthy, 2015)

Spotlight, polisiye türdeki filmlerdeki gibi, dramatik durum olarak, seyircinin gözünde aydınlatılması gereken bir suça odaklanıyor. Spotlight, polisiye filmlerde olduğu gibi, bir suçu ortaya çıkarıp, hukukun önünde, toplumun ve seyircinin vicdanında yargılanmasını sağladığı soruşturma tarzı bir anlatım mekanizmasına sahip. Spotlight, bu suç ortamına ve anket tarzı anlatım mekanizmasına uyumlu temel tonun (tonality) gerilim olarak öne çıktığı, seyirciyi kaygılandıran bir sinematografik atmosfer içeriyor.

Yani…

Spotlight filminin anlattığı suç dünyasındaki dramatik gelişmeler, doruğa (hakikate) doğru ilerleyen aydınlatıcı bir soruşturma mekanizmasının merak uyandıran anlatım tarzıyla seyirciyi geren bir havada yapılandırılıyor.

Böylece…

İlk bakışta her şey, klasik bir polisiye tür filminin dramatik içerik ve sinematografik biçim senteziyle oluşan kalıbına uygun görünüyor…

Ama…

Filmde, polisiye tür sistemindeki bu temel ögeleri altüst edip, her şeyi yeniden farklı bir biçimde yapılandıran başka bir temel öge var.

Spotlight filmindeki sorgulamaları yapan temel karakterler, savcılar ya da polisler değil.

Bu polisiye özelliklere sahip filmin kurgusal evrenindeki savcı ve polisler, devletin güvenlik güçleri olarak kamusal görevlerini yapmıyorlar.

Tersine…

Spotlight filminde, tüm toplum adına, bir kamusal görev olarak, bu söz konusu suçları araştırma çalışmasını, dolayısıyla suçluları toplumun vicdanı ve adaletin önüne çıkarma çabalarını üstlenenler bir grup gazeteci oluyor.

Bunlar, Boston Globe gazetesinden, Spotlight grubu olarak adlandırılan, haber için uzun süreli araştırmalar yapan 4 gazeteci… Bu çerçevede, Spotlight grubu gazetecileri, Temmuz 2001 tarihinden Ocak 2002’ye kadar 6 ay boyunca gizli bir soruşturma gerçekleştiriyorlar. Bu araştırmanın sonunda söz konusu suçlarla ilgili ilki 06 Ocak 2002 tarihinde yayınlanmaya başlanan 600 civarında haberi aynı yıl içinde yapıyorlar.[2]

Peki, neden filmdeki bu uzun soluklu araştırmayı yapanlar savcılar ve polisler değil de gazeteciler?

Neden, savcıların ve polislerin yerine, bir grup gazeteci, hakikati araştırma etiği ve halkı haberdar edip bilgilendirme prensibiyle bu gizli soruşturmayı 6 ay boyunca kararlılıkla yapıyor?

Çünkü…

Filmin Boston’un 11. Bölge Karakolunda başlayan açılış sekansında gösterdiği gibi, burada söz konusu olan suçların üzerini başta savcılar ve polisler olmak üzere dini otoritenin, yerel eşrafın işbirliğiyle bizzat devletin kendisi örtüyor.

Karanlık ekranda “Based on Actual Events” yazıyor. Kurgusal evren açılıyor. “Boston, M.A – Temmuz 1976”. Her şeye yıllardır tanık olan yaşlı bir polis memuru, karşısındaki genç polise ve seyirciye bu suçların üstlerinin nasıl örtüldüğünü anlatmayı üstleniyor. Karakola telaşla gelen Bölge Başsavcı Yardımcısı ise, polislere “Basın var mı?” diye soruyor. Yaşlı polis, bu bildik tanıdık karartma prosedürünün her zamanki gibi rutin bir biçimde uygulandığını anlatarak savcıyı rahatlatıyor. Gelen önemsiz bir gazete muhabirini geri yolladıklarını, suçlunun karakoldaki dinlenme odasında misafir edildiğini, Piskoposun da mağdur çocukların annesini şikayette bulunmaması için ikna etmeye çalıştığını gelen savcıya ve seyirciye kısaca rapor ediyor. Savcı da her şeyin denetimde olduğunu görüp, polislere gönül rahatlığıyla “Böyle devam edin” diyerek Piskoposun, annenin ve çocukların olduğu odaya giriyor. Savcı, Piskoposu selamladıktan sonra, usulca bir kenara oturuyor, hiçbir şeye karışmadan, Piskoposun anneyle konuşmasını dinliyor… Bu arada, karakolun girişindeki kabul bölümündeki genç polis, yaşlı polise “Basını mahkemeden uzak tutmak kolay olmayacak” diyor. Yaşlı polis ise, “Ne mahkemesi” diye geçiştiriyor… Savcının bir köşede oturduğu diğer odada, Piskopos “Bir daha olmayacak, sana ve çocuklarına yardım edeceğim, sana kartımı vereceğim…” vaatleriyle küçük çocukların annelerini ikna etmeye çalışıyor… Genç polis, dışarıya karakolun önüne çıkmış, sigara içiyor. Gece soğuk. Yerlerde kar var… Misafir odasında bekletilen suçlu, Piskopos ile birlikte birden karakolun dış kapısında beliriyor. Karakoldan serbest bir şekilde hızla çıkıp, karlı merdivenlerden inip, içinde bir şoförün beklediği lüks bir siyah arabaya aceleyle biniyorlar. Araba, ıssız caddede yavaş yavaş uzaklaşırken, genç polis ile birlikte karakolun önünde öylece durup, karların ve gecenin içinde, köşeyi dönen siyah arabanın ardından bakakalıyoruz.

Perde kararıyor…

Filmin ismi Spotlight karanlıkta beliriyor.

Bu açılış sekansıyla film, Boston’daki bir polis karakolunda, Boston Bölge Başsavcı Yardımcısının gözetiminde, görevli polislerin önünde, devlet eliyle bir suçu örtbas etme mekanizmasının nasıl işlediğini seyirciye tüm açıklığıyla gösteriyor.

Ardından da film, bu devlet kurumunu ve bu devlet odaklı anlatım açısını terk ediyor. Böylece bu karakolu, bu polisleri ve bu savcıyı, film boyunca bir daha hiç görmüyoruz.

Çünkü…

Film, devletin kendi kurumunda, kendi güvenlik görevlileriyle örtbas ettiği bu suçları, asıl kendi çabalarıyla gerektiği gibi soruşturup, araştıracak olan sivil toplum tarafına geçiyor.

İkinci sekans: Kurgusal evren, çeyrek yüzyıllık bir zamansal eksiltmeden sonra yeniden açılıyor. İşlenen suçlarda ve ilk sekasta seyirciye sunulan karartma mekanizmasında 25 yıldır değişen bir şey yok. Bu durum, özellikle ikinci sekansın bir gazetenin geniş ofisiyle açılan ilk görüntüsünde bir yer ve zaman işaretiyle veriliyor: “Boston Globe, Temmuz 2001”. Bu kez, aynı olayların başka bir yerden ve başka bir yaklaşımla ele alacak, araştıracak olan bir gazete seyirciye sunuluyor. Bu sekansla birlikte, filmin anlatım odağı, açılış sekansında gösterilen suçları aydınlatacak, bu suçluları koruyan mekanizmayı sorgulayacak, hakikati gözler önüne serecek anketi yapacak olan Spotlight gazeteci grubunun bakış açısına yerleşiyor.

Böylece tüm film boyunca, hakikati ortaya çıkarmak için suçu sorgulayan, suçluları araştıranlar savcılar ve polisler değil; tersine Boston Globe’un araştırmacı gazetecileri oluyor.

Yani…

Devlet, bir suçluyu, bir bölge karakolundan alıp giden bir Piskoposun lüks arabasının ardından hiçbir şey yapmadan baka kalan genç polis gibi, bir polisiye filmin suç dünyasında adaleti sağlayacak varlık nedenini daha baştan inkâr ettiği için, bu görevi sivil toplum üsleniyor.

Oysa…

Film, Boston’un 11. Bölge Karakolunun koridorunda ilerleyen bir polis memurunun sırtından gösteren bir plan ve öne doğru, uzun bir koridor boyunca ilerleyen dinamik bir kamera hareketiyle açılmıştı. Sanki filmdeki olayların, soruşturmanın gelişimini anlatacak temel bir karaktermiş gibi kamerayı ve seyirciyi arkasından sürükleyen bu yaşlı polis memuru, bu beklentiyi boşa çıkartmış, seyirciyi hayal kırıklığına uğratmıştı.

Çünkü…

Yaşlı polis karakteri, bu uzun yürüyüşte kendini takip eden kamera-göz ile özdeşleşen seyircinin bakışını getirip bir suçun üstünün nasıl ustaca örtüldüğünü gösteren bir çürümüşlüğün mizanseni içine kapatıp bırakmıştı.

Bu hukuksuzluk mekanizmasının mimarlarından olan savcı da telaşla karakola gelip, her şeyin yıllardır tekrarlanan bu bildik-tanıdık karartma senaryosuna uygun olup olmadığını bizzat kendisi kontrol etmişti.

Bu açılış sekansının sonunda da seyirci, suçlunun karakoldan serbestçe çıkıp, Piskoposun lüks arabasına binip gecenin karanlığında yeni suçlara doğru uzaklaşıp gidişini genç polisin tepkisiz pozisyonundan seyretmek zorunda kalmıştı.

Peki, neden?

Neden, savcı ve polisler sanki suçlunun elini kolunu sallayarak karakoldan çekip gidişinin ardından sessizce baka kalmaktan başka yapabilecek hiçbir şey yokmuşçasına davranmışlardı?

Çünkü…

Söz konusu olan suç, on yıllardır sistemli ve sürekli bir biçimde yaşanan yüzlerce çocuk tacizi.

Ama…

Neden, tüm insanlığı vicdanen ayağa kaldıracak olan bu çocuk tacizleri karşısında, devletin bizzat kendisi, hukuk sisteminin, kolluk güçlerinin, dini otoritenin ve yerel iktidarın kutsal ittifakıyla birlikte bu suçları örtbas ediyor?

Bu kısır döngünün nedeni ne?

Neden adalet yerini bulmuyor?

Çünkü…

Çocuk tacizcileri, Boston Katolik Kilisesinin kadrolu rahipleri…

Mutlak ahlakın ve aşkın iyinin yeryüzündeki dokunulmaz, sorgulanmaz otoritesi olan bir kurumun rahipleri bu tecavüzcüler.

Bu rahipler, Kilisenin faaliyetleri çerçevesinde, himayelerinde bulunan bu nedenle de üzerilerinde doğal otoriteleri bulunan çocukları taciz ediyorlar.

12 yaşındayken kendilerine yardım eden bir rahibin cinsel tacizine uğrayan bir çocuğun Spotlight ekibinden Michael Rezendes’e olayı anlatırken, rahibi evlerine ziyarete gelen Tanrı olarak görmesi gibi… Cinsel tacize uğramış bir diğer çocuğun, rahip benden bir şey yapmamı istese, sanki Tanrı benden yardım istiyordu dediği gibi…

Kiliseye giden çocuklar için, yüce olana inancın ve güvenin yeryüzündeki dokunulmaz temsilcileri bu tecavüzcüler.

Bu pedofil Rahipler, gökyüzünden yeryüzüne indirilen kutsal iyiliğin ayrıcalıklı habercileri ve yaşamdaki mutlak ahlakın otoriteleri olarak, bizzat himayeleri altındaki çocukları taciz ediyorlar.

Böylece…

Çocukların hem yetişkinlere ve yaşadıkları dünyaya olan güvenlerini hem de aşkın bir değere olan inançlarını aynı anda yıkıp, yerle bir ediyorlar…

Boston Globe gazetecilerinin 6 ay boyunca yaptığı bu gizli araştırmadan çıkan sonuca göre, Boston Başpiskoposluğunun belli rahipleri, on yıllar boyunca, kurumsal çerçevede farklı faaliyetlerde yakınlarında olan bine yakın çocuğa cinsel tacizde bulunuyorlar. Spotlight özel ekibinin araştırmaları ve haberleri sonucu, o ana kadar sesini duyuramamış mağdurlardan tanıklık etmek için gazeteye gelen telefonlar susmuyor. Sadece Boston Başpiskoposluğuna bağlı 249 rahip, çocuklara cinsel tacizden dolayı kamusal olarak suçlanıyor ve suçlu bulunuyor.

Ama…

Bu çocuk tecavüzlerini daha da trajik hale getiren ve Spotlight gazetecilerinin yaptıkları araştırmada kanıtladıkları bir şey daha var:

Bu çocuk tecavüzlerinin Boston Başpiskoposluğunun en tepesindeki yetkili dini otorite olan Kardinal Bernard Francis Law tarafından bizzat bilinmesine rağmen, yine bu Kilise sisteminin kendisi tarafından organize bir biçimde bu suçların üzerinin ısrarla örtülmesi.

Tecavüze uğrayan çocukların ailelerine davacı olmamaları ve susmaları için Kilise tarafından maddi ve manevi baskıların yapılması.

Boston’da on yıllar boyunca en az bin çocuğa cinsel tacizde bulunan bu pedofil rahiplerin sistematik bir şekilde bizzat Boston Katolik Kilisesi yönetimi tarafından oluşturulan organize yöntemlerle korunması.

Mahkeme olmadan tacizci rahiplerin avukatı ve mağdur çocukların ailelerinin avukatlarıyla hiçbir resmi kaydı olmayan gizli anlaşmaların yapılması.

Bütün bu karartma mekanizmasının, Boston Başpiskoposluğunun orkestra şefliğinde, savcı, polis, yerel eşraf ile gerçekleştirilen bir kutsal ittifakla hep birlikte uygulanması.

Katolik Yardım Derneği’nin gecesinde, Spotlight’ın editörü Robby, Boston’un yerel eşrafından olan ve Piskoposluğun çocuk tacizcisi rahiplerinin suçlarını örtbas etme işlerini yıllardır ayarlayan avukat Jimmy ile konuşur. Ondan doğru tarafta olmasını ve Spotlight’ın çocuk tacizlerini araştırmasına destek vermesini ister. Jimmy, buna önce etik değil diye itiraz eder. Robby ısrar edince de kesin bir şekilde şunu söyleyerek reddeder ve gider: “Kiliseden söz ediyoruz, etrafına bak, bunlar iyi insanlar. Boston’a birçok hizmet veriyorlar. Eğlenceden yararlanmana bak.”

İşte çocuk tacizlerini toplumun vicdanında daha da vahim hale getiren şey, özde budur:

Bir yetişkinin bir çocuğun dünyasını cinsel tacizle yıkıp, kararttığında; toplumun, kurumların ve insanların dini inançları ya da bilcümle çıkarları nedeniyle yüzlerini başka tarafa çevirip sükût eylemesi ve eğlenceden yararlanmaya bakmasıdır.

Yani…

Riyakârlığın metafiziği… İkiyüzlülüğün dayanılmaz hafifliği…

İşte tam da burada…

Boston Globe’un araştırmacı gazetecileri olan Spotlight grubu devreye girer. Gazeteciler, sessizliği bozma, otoriteyi sorgulama, gizlilik zırhını parçalama, hakikati araştırma, toplumu haberdar ederek vicdanlara ve adalete seslenme görevini üstlenirler.

Bu nedenle filmin anlatı mimarisi, tamamen anket tarzında bir araştırma ve soruşturma dramaturjisi üzerine kurulur. Tüm ekip bütün film boyunca bu sorgulamalarla yatıp kalkar. Elden hiç düşmeyen not defterleri ve kalemlerle hikâyeleri dinlenilen mağdurlar. Kapı kapı dolaşarak toplanan bilgi kırıntıları. Eski haberlerin gazete kupürlerinin incelenmesi. Mağdurların ve rahiplerin avukatlarıyla yapılan görüşmeler. Mahkeme olmadan yapılan gizli ayarlamaların izini sürme. Telefon rehberlerinden bulunmaya çalışılan tacizci rahiplerin isimleri. Akşamları evlerde de devam eden telefon görüşmeleri. Gazete binasında yapılan değerlendirme toplantıları… Film, genel bir tablo oluşturacak bir hakikate doğru her yönde ilerleyen kolektif bir anket senfonisi tarzında kurgulanır. Araştırma dışında, içerik olarak süreci muğlaklaştıracak, dikkati dağıtacak her şey eksiltilir. Biçim olarak, anket sitili dışında, seyirciyi gereksiz yere cezbedecek her türlü sinematografik etki elenir, anlatım sadeleştirilir. Film, sadece hedefine doğru bir iz sürme, araştırma ve sorgulama maratonuna dönüşür.

Tabii ki…

Spotlight araştırmacı gazeteciler grubunun bu total angajmanı, basının bağımsızlığı, ifade özgürlüğü, toplumu bilgilendirme misyonu temelinde haber yapabilme amacıyla verilen bir mücadele değil. Basının bu dokunulmaz temel hakları zaten anayasal güvence altında ve gazeteciler de bu çerçevede hiçbir sorunla karşılaşmadan rahat rahat çalışıyorlar. Neyi, nasıl araştıracaklarına bağımsız bir basın kuruluşu olarak kendi yazı kurulu toplantılarında sadece kendileri karar veriyorlar. Her türlü iktidar gücünden bağımsız bir şekilde, sadece kendi mesleki etik kurallarına göre anketlerini yapıyorlar. Araştırmalarını herhangi bir otoriteye yaranmak için değil, sadece doğrulanmış, temellendirilmiş bir bilgi edinme prensibiyle yapıyorlar. Araştırmalarının sonucu, herhangi bir güce hizmet etmek için değil, sadece hakikati ortaya koymak için haber olarak istedikleri gibi yazıyorlar. Hiçbir çekinceleri olmadan yazılarını özgürce yayınlıyorlar. Gazetelerini herhangi bir dağıtım engeli ya da toplatılma riski olmadan okuyucularına ulaştırıyorlar. Devlet ve iktidar tarafından hiçbir yasal ya da yasa dışı yaptırım ile karşılaşmadan anayasal güvence altında olan özgür basının dokunulmaz haklarının konforunda mesleklerini icra ediyorlar.

Ayrıca…

Spotlight araştırmacı gazeteciler grubunun bu total angajmanının nedeni, “milletin hassasiyeti”, “geleneklerimiz”, “okuyucu eğilimi” gibi, içini isteyenin istediği gibi doldurup istediği konuyu gerekçelendirmek için kullanıma sürdüğü “hazır giyim” muğlak nitelemeler de değil. Boston Globe gazetesi, 6 milyon civarında nüfusu olan Boston şehrinin bir yerel gazetesi. Önceleri İngiltere’den göç eden Anglikanlar ve Prütenler ile genelde bir Protestan şehri olan Boston, XX. yüzyılda İtalya ve İrlanda’dan gelen göçmenler nedeniyle günümüzde Katoliklerin çoğunlukta olduğu bir nüfusa sahip. Boston Globe okuyucularının yarısından çoğu da Katolik. Spotlight grubunun araştırmasına karar verme sürecinde, bu konu Boston Globe yönetimi tarafından özellikle ele alınıyor. Gazetenin tepe yönetimi, okuyucularımızın % 53 Katolik, bu araştırma bize zarar verebilir diye düşünürken; Boston Globe’un yerel yöneticisi, tersine başta bu konu onları ilgilendiriyor, der ve hemen araştırmaya başlama kararı verilir. Çünkü asıl inançları, gelenekleri ve hassasiyetleri Katolik olan dindar okuyucuların, bizzat Katolik Kilisesinin kendisinin tacizci rahipleri koruyup, bu suçların sistemli bir şekilde üstünü örtüğünü bilme hakkı vardır. Asıl Katolik olan insanların, bir özne olarak, öncelikle kendi okudukları gazetelerinde Boston Başpiskoposluğunun bu sistemli “karartma icraatından” haberdar olup, kendi vicdanlarında ve kendi düşüncelerinde konuyla ilgili bağımsız bir değerlendirme yapabilme, kişisel bir karar verebilme hakları ve sorumlulukları vardır.

Bu nedenle…

Spotlight araştırmacı gazeteciler grubunun bu total angajmanının, dar anlamıyla ifade özgürlüğüden ve basının bağımsız haberciliği işlevinden ya da okuyucu hassasiyetinden daha geniş olan iki temel boyutu var.

Birincisi; bireyin etik duruşu, bir özne-oluş tutumu. İnsanın, bir birey olarak sahip olduğu yaşam fikri ve yeryüzünde ikamet etme tarzı.

İkincisi; kurumsal-toplumsal boyut, yani basın ve demokrasi ilişkisi. İnsanların, bir toplumda tüm farklılıklara rağmen kolektif olarak bir ortak bir yaşam oluşturabilme çabası.

Spotlight grubunun sorumlu editörü Robby, Boston eşrafından ve Katolik Yardım Kurulundan olan Pete Conley ile Boston Lisesinden beri arkadaştırlar. Pete Conley’in konuşma isteği üzerine Robby ile bir barda buluşurlar. Pete, çocuk tacizleriyle ilgili yaptıkları araştırmayı haber olarak yayınlamaması için arkadaşı Robby’yi “Sen, Bostonlusun gidecek başka bir yerin yok” diyerek Kilise adına tehdit eder.

Robby kısa bir süre düşündükten sonra: “İşler böyle yürüyor, değil mi, Pete? Adamın biri bir başkasını sıkıştırıyor, birden bütün şehir başka yere bakıyor” diye yanıt verir.

Sonra da tehditlere rağmen soruşturmayı gazetede yayınlama tercihini belirtmek ve bu konudaki kararlılığını göstermek için, yaptığı tehdidin etkisinden emin olarak gitmekte olan arkadaşına seslenerek şunu der: “Hey, Pete… Hikâyeyi yayınlayınca Kardinalin yorumuna ihtiyacım olacak.”

Çünkü…

Bir çocuğun cinsel tacizle dünyası yıkıldığında, etrafındaki herkesin susup, yüzünü başka bir yere çevirdiği ve eğlenceden yararlanmaya baktığı zaman; birilerinin, bir anda, bir yerde, bir biçimde “Kral çıplak” demesi gerekir.

Bu nedenle, bu angajmanda, öncelikle bir özne-oluşun etik tutumu, bir kişisel yaşam tarzının vicdani seçimi var.

Çünkü…

Bir insanın, cinsel tacizlerle çocukların dünyasını karartan bir suçu görmezden gelmesi ve suçluların korunmasına katkıda bulunmak için susması mümkün değildir. Bu, Rousseau’nun “iyi insan doğası” ya da Hobbes’un “kötü insan doğası” paradigmalarının felsefi pozisyonları ya da herhangi bir aşkın değerin ahlakı dışında, olgusal-duyusal bir gerçekliktir. Yeryüzünün hangi köşesinde olursa olsun, her insan, bunun deneyimini kendi öznelliği üzerinde doğrudan yapabilir. İster ontolojik hakikat ya da antropolojik özellikler deyin, ister uygarlık değerleri ya da yaşamsal birikimler deyin, insanın, kendi olgusal-duyusal reel gerçekliğinde içkin olarak hissettiği evrensel duygular vardır. Adalet bunlardan birisidir. Adalet duygusu ile gerçekleştirilen bir eylem, hiçbir zaman savunmasız bir çocuğun dünyasının cinsel tacizle bir yetişkin tarafından yıkılması olamaz. Yoksa her zaman lanetlenirsiniz. Evrensel adalet duygusuyla etik bir tercihte bulunan bir insan-öznelliği, hiçbir zaman bir yetişkin tarafından bir çocuğa yapılan cinsel tacizi görmezden gelemez, üstünü örtmeye çalışamaz. Yoksa her zaman kahrolursunuz. Hele böyle bir yıkımı, türlü cambazlıklarla ve safsata argümanlar üreterek dolaylı yollardan da olsa savunmak hiç mümkün olamaz.  Her zaman çuvallarsınız.

Çünkü…

İnsan oluş öznelliğinin kendisi, evrensel adalet duygusuyla bir tür doğal angajman olarak küçük bir çocuğun cinsel tacizden korunmasını ve kurtarılmasını bir mutlak iyilik olarak bize her zaman açık ve net bir biçimde hissettirir. Bunun doğruluğunu, her zaman ikircimsiz bir biçimde içinizde hissedersiniz. Bu iyiliği, doğru bir davranış olarak gerçekleştirirseniz, canlı bir yaratık olmaktan öte, insan oluşunuzu tüm benliğinizde pozitif bir duygu olarak yaşarsınız. Gerçekleştiremezseniz, vicdanınız sonsuza dek derinden sızlar.

Spotlight filminde, tacizci rahipler dışında, bu suçların üzerinin örtülmesine şu veya bu şekilde bulaşmış karakterlerin çoğu (özellikle gizli anlaşmaları yapmış avukatlar) sonunda araştırmayı bilgilerini paylaşarak desteklerler. Bu her şeyden önce kendi içlerinde yıllarca bastırdıkları evrensel adaletin sesini dinleyerek, sonunda iyi ve doğru olanı yapmaya angaje olup, vicdanlarını rahatlatıp, huzura kavuşmaları anlamında bir öznel kurtuluştur.

Bu insan-oluş öznelliği içindeki sorgulama, Spotlight grubunun 4 araştırmacı gazetecisinin her biri için de tek tek geçerlidir. Yaptıkları araştırmada ilerledikçe, gördükleri yıkımın boyutu karşısında, bir insan olarak her birinin vicdanı derinden sızlar. Her biri, araştırma boyunca kendi kişisel yaşamında kendi kendisiyle ve yaşamla olan ilişkisini; kendi kişisel geçmişine bakışını ve gelecek beklentisini; kendisinin Kilise ve din ile olan bağını kendi kulvarında sorgular. Neden daha önce haberimiz olmadı? Neden daha önce ilgilenmedik? Neden yeterince önemsemedik? Neden engelleyemedik? Neden?… Bunlar, yaptıkları araştırma süresince öğrendikleri yıkımın boyutu karşısında öncelikle birer insan olarak alt üst olan Spotlight gazetecilerinin çeşitli biçimlerde başta kendilerine sordukları varoluşsal sorulardır.

Bu insan-oluş öznelliği sürecindeki sorgulama filmin kurgusal evreninde bu araştırmayı yapan gazetecilerle de sınırlı değildir.

Bu sorgulama, aynı zamanda, bu araştırmacı gazeteci grubuyla özdeşleşerek onlarla birlikte anketi takip ederek adım adım hakikate ilerleyen seyircinin de film boyunca yaşadığı bir öznel deneyimdir.

Tabii ki, bu insan-oluşun öznel sürecinin yanında, “Kral çıplak” diyen Spotlight grubunun angajmanında, bir de kurumsal, toplumsal bağlamı da içine alan basının demokrasilerdeki işlevi konusu var.

İnsanların, bir toplumda tüm farklılıklara rağmen kolektif olarak ortak bir yaşam ve ortak bir kader oluşturabilme çabasında basının yeri nedir?

Spotlight adlı gazeteciler grubu; bir yerel gazete olan Boston Globe bünyesinde, üzeri yıllarca örtülen çocuk tacizleri suçlarının sistematiğini çözüp haber yapmak için aylarca araştıran, tarafsızca sorgulayan, fikir alışverişinde bulunan, özgürce düşünen ve yazan sivil bir çalışma kolektifidir.

Bu özellikleriyle Spotlight, Kilisenin sekterliğine, devletin tarafgirliğine, yerel eşrafın kafalarını başka yöne çevirip “Eğlenceden yararlanmana bak” diyen riyakârlığına karşı, demokrasiyi, adaleti, toplum vicdanını ve bir kolektif özne-oluş çabasını temsil ediyor.

Bu çerçevede, Spotlight araştırmacı gazeteciler grubunun yaptığı soruşturmalar ve yayınladığı haberler, tüm toplum olarak düşünülmesi ve çözüm üretilmesi gereken temel sorunların da altını çiziyor.

Kilisenin, kurumsal olarak toplumun gözünde değer kaybedeceği, inananların dini duygularının zedeleneceği varsayımıyla çocuklara tecavüz gibi bizzat kendi içindeki kötülüklere ve yıkıcı itkilere gözünü kapaması, ne pahasına olursa olsun bunların üzerini örtmeye çalışması, aslında kendi inanç metafiziğini içerden dinamitliyor, kendi kurumsal işleyişini asıl kendi kurucu temellerinden sarsıyor.

Devletin, Kilise ve yerel eşraf ile iktidar kaygıları ve kişisel çıkarlar nedeniyle kutsal bir ittifak oluşturarak çocuk tacizcilerini görmezden gelip, bunların üzerini örtmeye çalışması da aslında toplumdaki adalet duygusunu yok ederek ortak-yaşamın temellerini kendi içinden yıkıyor.

İşte…

Bu sinematografik araştırma-sorgulama sonunda, Spotlight şu temel sine-fikri seyirciye öneriyor:

Önemli olan öncelikle bir dine, bir devlete, bir kuruma, bir şeylere ait olmak değildir.

Bir aidiyetin, bir pozisyonun, bir kimliğin içinde hapsolup, yitip gitmek hiç değildir.

Aslolan şudur:

Her türlü aidiyetin içinde, özgür bir özne-olmak.

Hakikat arayışında, her türlü pozisyonu, otoriteyi ve kurumu bağımsızca sorgulamak.

Adalet.

Metin Gönen

26.03.2016

[1] Michael Rezendes, Church allowed abuse by priest for years, 06 January 2002, Boston Globe, Spotlight.

http://www.bostonglobe.com/news/special-reports/2002/01/06/church-allowed-abuse-priest-for-years/cSHfGkTIrAT25qKGvBuDNM/story.html

[2] Database of accused clergy in Boston Archdiocese, Boston Globe,

http://www.bostonglobe.com/metro/2015/11/06/least-clergy-have-been-accused-child-sex-abuse-boston-archdiocese/5cKpjVOPhEh7IYnCwRqIJI/story.html