Felsefi Sorular – I – Hangi Batı, Hangi Doğu?

Hangi Batı?

Dünyada bugün, Doğu ve Batı toplumları dâhil, “artık eskisi gibi yaşamak istemiyoruz” demek, ne anlama geliyor?

Bugün yeryüzünde, Doğu ve Batı uygarlıkları dâhil, “nasıl bir toplum istiyoruz”, konusundaki fikirsel tartışmalar ve sunulan toplumsal perspektifler nelerdir?

Yeryüzünde günümüzde, insanlık olarak, “ne tür bir kolektif yaşam istiyoruz” sorusuna, ne tür yanıtlar veriliyor, hangi toplumsal modeller öneriliyor?

Francis Fukuyama’nın belirttiği gibi, Hegelci tarih anlayışına göre, insanlığın gelişimi, hedefine ulaşıp Batı uygarlığı modelinde son mu buldu?

Bugün yeryüzündeki tüm toplumların uluşmak istediği tek hedef, bu Batı tarzı liberal kapitalist-temsili parlamenter sistemli bir oligarşi modeli midir?

Eğer öyleyse, neden bu ideal Batı uygarlığını öncelikle kendi içinde radikal bir biçimde eleştiren insanlar, kurumlar ve İspanya’da “Indignés” gençlik ayaklanmalarıyla gelişen halk haraketi Podemos, Yunanistan’da Syriza gibi emek adına halk desteğini alarak seçim kazanan anti-kapitalist radikal-sol partileri var?

Neden özgürlükçü ve eşitlikçi filozoflarının kendileri, öncelikle bu kendi konforlu kapitalist Batı uygarlığına karşı farklı bir toplum yaratma fikriyle mücadele ediyorlar?

Eğer kapitalist-parlamenter temsili sistem, insanlığın ulaştığı son nokta ise, neden bu gelişmiş Batı uygarlığının şanslı gençleri, öncelikle kendi modern toplumlarının ideal iktidarlarına karşı ayaklanıyorlar?

Bu mutlu gençlik, neden Madrid’de, Paris’te, Londra’da, New-York’ta, Atina’da öncelikle kendi mükemmel uygarlıklarına karşı meydanları işgal ediyor?

Eşitliğin, özgürlüğün ve konforun içinde yaşayan bu gelişmiş Batı uygarlığının nankör filozofları, sorumsuz gençliği, vefasız emekçileri bundan başka daha nasıl bir toplum istiyorlar ki?

Tarihsel ilerlemenin amacına ulaşıp son bulduğu ideal olan bu Batılı liberal-kapitalist-temsili parlamenter oligarşiden başka ne ister ki, bu tatminsiz-inançsız-materyalist insanlar?

Ama…

Herşeyden önce…

Önemli olan: Hangi Batı, sorusu değil mi?

Batı, tüm uygarlıklar gibi, öncelikle kendi içinde çokluk, bölünme ve çatışma içermiyor mu?

Batı derken, tüm toplumlar gibi kendi içinde çokluk ve bölünme içeren bu çatışmalı bütünlükten neyi kastediyoruz?

Batı derken, aynı sepetin içine neleri koyuyoruz?

Devletlerini mi?

Liberal kapitalizmi ve ayrıcalıklı zenginliğini mi?

Parlementer temsili sistemini ve hiyerarşik yönetici oligarşini mi?

Faşit-ırkçı partilerini ve kitlesel tabanlarını mı?

Nazizmi ve işbirlikçilerini mi?

Sömürgeci tarihini ve yerli işbirlikçi diktatörlerini mi?

Hristiyanlığını mı?

Din savaşlarını mı?

İnsanların çoğunluğunun inancı olan ateizmini mi?

Halk haraketlerini mi?

Devrimlerini mi?

Koministlerini ve direnişçileri mi?

Özgürlükçü gençlik haraketlerini mi?

Emekçi halkların eşitlik mücadelelerini ve güçlü sendikalarını mı?

Azınlıklarını ve eşit yurttaşlar olarak tanınma mücadelelerini mi?

Doğrudan demokrasi fikrini ve pratiğini mi?

Sanatını mı, bilimini mi?

Felsefeseni mi?

Edebiyatını mı?

Sinemasını mı?

Hangisi?

Hangi Batı?

Hangi Doğu?

Arap Baharı ile kendi Doğu uygarlığının Müslüman ülkelerinin diktatörlerini devirmek için ilk kez kitlesel bir şekilde ayağa kalkan Doğu uygarlığının Müslüman gençleri, nasıl bir toplum istiyordu?

Doğu uygarlığının Müslüman ülkelerindeki kendi despotik iktidarlarına karşı özgürlük ve adalet şiarıyla sokaklara çıkan bu isyancı gençler, Müslüman militarist-monarşilerin despotlukları yerine, bu kez de Batı tipi temsili parlamenter sistemli bir oligarşi-demokrasisi modelini mi arzuluyorlardı?

Yoksa…

İslam uygarlığının bu başkaldıran Müslüman gençleri; kendi Doğu toplumlarının bu Müslüman Askeri-monarşi ittifaklı diktatörlerine karşı ayaklanırken, arzuladıkları bu Batı’nın kapitalist uygarlığındaki tüketim temelli ekonomik zenginlik, yaşam konforu ve var oluşun materyalist-hazcı tarzı mıydı sadece?

Hangisiydi arzulanan?

Batı uygarlığının kendi yetiştirdiği ünlü filozoflarının ünlü kitaplarında “Bu sistem zamanını doldurdu, yeryüzünde yeni fikirlerle yeni kolektif yaşamlar ve gerçek demokratik toplum modelleri yaratmalıyız” diye yazdıkları, hiyerarşik temsili parlamenter sistem oligarşisi mi?

Yoksa…

Batı uygarlığının kendi yetiştirdiği ünlü sosyologlarının yazdıkları ünlü bilimsel yayınlarında “Kapitalist sistem 2030-40 arası tüm dünyada çökecek, ama yerine ne gelecek bilinmez ” dedikleri, liberal kapitalizmin ayrıcalıklı zenginliği mi?

Yani…

Bu isyancı Müslüman gençler, Batı’nın uzaktan göz kamaştırıcı ekonomik gücünü mü arzuluyorlardı?

Yoksa…

Batı’nın kendi düşünürlerinin, kendi gençliğinin ve kendi halkının eleştirdikleri politik modelini mi?

Yoksa…

Her ikisini birden mi?

Ya da…

Batı uygarlığı gibi, öncelikle kendi içinde çokluk, bölünmüşlük ve çatışma içeren bir uygarlık olarak kendi iç dinamiğinden ve kendi özgünlüğünde yepyeni evrensel bir çözüm yaratmak mı?

Kendi topraklarında, kendi diktatörlerine ve oligarşik-monarşik iktidarlarına karşı verdikleri özgürlük, eşitlik ve adalet mücadelesiyle yeryüzünün her köşesinde aynı mücadaleleri veren tüm öznelerle adilane  bir evrensellikte buluşmak mı?

Doğu’da olsun, Batı’da olsun, diktatörlere, zalimlere, haksızlıklara, ayrıcalıklara, baskılara, yolsuzluklara karşı mücadelede, herkese açık evrensel bir sesleniş olarak adilane bir ortak-insanlık öznelliğinde buluşarak yeryüzünde bir arada yaşama fikrinin tüm farklılıklara rağmen mümkün olduğunu gösterebilmek mi?

Her halükarda…

Doğu uygarlığı da, diğer tüm yaşayan uygarlıklar gibi, bir yaşam dinamiği olarak, kendi içinde çokluk, bölünme ve çatışma içermiyor muydu?

Tunus’tan Fas’a, Mısır’dan Suriye’ye öncelikle kendi içindeki Müslüman militarist-monarşi sentezli diktatörlerine karşı bir tarihsel uyanış ile ayaklanan Doğu-İslam uygarlığının özgürlükçü Müslüman gençlerinin haklılığı ve kolektif eylem gücü ortada değil miydi?

Ama…

İslam uygarlığının bu Müslüman gençleri, kendilerinin geleneksel Doğu toplumlarında yaptığı gibi, aynı şekilde kendi arkaik Batı-Hristiyan-kapitalist uygarlığına karşı ayaklanan Batı gençliğinin kendisinin zaten değiştirmek istediği bir başka arkaik-oligarşik toplum modelini mi arzulamış oluyorlardı bu durumda?

Yani…

Bu Müslüman gençler, Batı’da kendi insanları gözünde ayrıcalıklı-hiyerarşik zenginliği ve oligarşik temsili parlamenter sistemiyle eskimiş olanı, Doğu’da yenilik ve insanlığın geleceği olarak mı görüyorlardı?

Yoksa…

Bu Doğulu gençlik, kendi Müslüman askeri-monarşik toplumlarında kendi Müslüman emekçi halkının söz söyleme ve yönetime katılma hakkını gasp etmiş Müslüman diktatörlere karşı başlattıkları özgürlükçü kolektif eylemlerini, kadim Doğu-İslam uygarlığından, Batı dâhil yeryüzünde tüm insanlığa evrensel bir öneri olarak sunulabilecek yepyeni bir eşitlikçi demokratik toplum modeli yaratmak için mi yola çıkmışlardı?

Yani…

İlk kez İslam toplumlarında, kendi elleriyle yarattıkları kendi Müslüman diktatörlerine karşı “Defol” diye ayağa kalkan gençlik ve halk hareketlerinin devrimci gücü ortadaydı; ama bu güç, aynı zamanda, İslam uygarlığının içinden özgürlükçü ve eşitlikçi yeni bir evrensel kolektif-demokratik yaşam modelini yaratacak kurucu bir fikir de içeriyor muydu?

Yani…

Öncelikle kendi diktatörlerine “Defol” diyerek eskiye savaş açan kararlı bir gençlik hareketi ve halk dinamiği, tarihsel bir başlangıcın uyanışı olarak tüm dünyanın gözleri önündeydi, ama bu kolektif güçte, aynı zamanda tüm insanlığa evrensel olarak sunulabilecek yeniyi yaratıcı-kurucu bir fikir ve perspektif de var mıydı?

Varsa, bu perspektif; neden fikir yerine şiddeti, özgürlük yerine baskıyı, eşitlik yerine hiyerarşiyi tercih eden Müslüman Kardeşler’in İslamcı partileri, Askeri cunta ve Cihatçı Selefilerin silahlı güçleri tarafından gasp edilerek, başlangıçta reddedilen arkaik-otoriter-militarist iktidar ve toplum modellerine geri dönüldü?

Diğer tüm uygarlıklar gibi çokluk, bölünme ve çatışma içeren Doğu-İslam uygarlığı içinden, neden eşitlik, özgürlük ve adalet isteyen gençlik ve halk haraketlerin barışçıl tercihi, şu an için (Tunus hariç) iç savaşlarlarla, cuntacı ve teokratik devlet modelleriyle militarize edilerek bir an için boğulabildi?

Neden Doğu-İslam uygarlığının yaşam dinamiği olan bu çokluğun, bölünmenin ve çatışmanın, yeniyi yaratıcı barışçıl diyalektiği; özde aynı olan bir yandan askeri bir cuntaya diğer yandan da militarist bir siyasi islam devleti anlayışına indirgenerek, şimdilik önü kesilebildi?

Liberal-kapitalizmin hiyerarşik zenginliğine ve temsili parlamenter sistemin oligarşisine alternatif yaratıcı-kurucu bir eşitlikçi ve özgürlükçü demokratik toplum fikri bulunmuyorsa; halk hareketlerini ardından gelen, “ikinci bıçak” denilen her türden oportünistlerin ve parlamenter temsili sistem oligarklarının gençlik ve halk ayaklanmalarının devrimci gücünü gasp etmesi kaçınılmaz mıdır?

İşte tam bu noktada, günümüzde eşitlikçi ve özgürlükçü politikada asıl düşünülmesi ve yaratılması gereken nedir?

Müslüman ülkelerde gerçekleşen bu tarihi gençlik ve halk hareketlerinin başlangıç sekansının ucu; hala bu tarzda, tüm insanlığa evrensel olarak sunulabilecek yeni bir yaratıcı-kurucu demokratik toplum modeli fikri yönünde açık mıdır?

Eğer açıksa, hiç beklenmedik bir anda, bu tarihsel uyanış sekansı yeniden aktif olabilir mi?

Herhangi bir yerde, herhangi bir zamanda, herhangi bir biçimde?

Doğu’dan kendi uygarlığının içinden çıkan teokratik bir barbarlığa karşı mücadele eden Kobane direnişçilerinin tüm insanlık adına yaktığı beklenmedik bir ışık, tüm halklar adına yaşanacak evrensel bir barış umudu olabilir mi?

Batı’dan Yunanistan halkının kendi kapitalist uygarlığının yarattığı talan ve sömürüye karşı mücadeleyle Kobane’ye gönderdiği selam eşit, özgür ve adil bir ortak-insanlık fikri olabilir mi?

26.01.2015

Not: Bu yazı Paris Charlie Hebdo katlıamının ardından Paradoks Dergi’nin Philosophia bölümünde başlattığı “Felsefi Sorular – Hangi Batı, Hangi Doğu?”, “Din ve İktidar” “Selefizm”, “Vahhabizm”, “Müslüman Kardeşler” ile Siyasi İslam konusunu düşünerek Arap Baharı, Gezi Hareketi, Rojova Devrimi, Syriza, Podemos… ile devam edip “Demokrasi ve HDP” çerçevesinde Türkiye’deki Haziran 2015 seçimlerine kadar farklı dünyada toplum projelerini değerlendiren bir felsefi sorgulamanın ve araştırmanın başlangıcıdır.

Yazar: Metin GÖNEN