Düşünmek Ne Demektir?
Pascal, Pensées (Düşünceler) adlı eserinde “Düşünmek insan olmanın mesleğidir” der.
Heidegger, Qu’appelle-t-on penser? (Neye Düşünmek Diyoruz?) adlı kitabında, el becerisine dayanan marangozluk ya da zihinsel kapasiteler üzerine kurulu fikirsel çalışmalar olsun, mesleğin, insanın boşluk içeren var oluşuna bir doygunluk ve anlam kazandırdığını belirtir. Meslek, insanın kendini öğrenmede doğrudan temel olanın kalbine giden bir aktivitedir, der.
Kant, Qu’est-ce que Les Lumieres ? (Aydınlanma Nedir?) adlı makalesinde, düşünmenin temel olarak vesayetten çıkıp, yetişkin (otonom) olmayı öğrenme ve özgürlük eylemi olduğunun altını çizer.
Bu çerçevede, Alain, Libres propos (Özgür İfadeler, 1924) adlı çalışmasında düşünmenin “hayır” demek olduğunu yazar.
“Düşünmek, hayır demektir. Dikkat ederseniz, evet diyen birisinin simgesi uyuklamaktır; tersine, uyanış, kafayı sarsar ve hayır der.
Neye hayır?
Dünyaya, tirana, vaize mi?
Bunlar sadece görünüş.
Bütün bu durumlarda, düşünce kendisine hayır, der. Mutlu uysallıktan kopar. Kendi kendisinden ayrılır. Kendi kendisine karşı mücadele eder.
Dünyada başka bir mücadele yoktur. Öyle ki, dünya, rıza gösterdiğim, beni başka yöne döndüren şoklarla, sislerle, perspektiflerle göz boyar; böylece başka bir şey aramam. Tiran benim efendim olur. İncelemek yerine, ona saygı duyarım.
Doğru bir öğreti bile bu uyuklama halinde yanlış görünür. İnsan, inanarak köleleşir. Düşünce, inandığımızı reddetmektir. İnanan, sonuçta inandığını da bilmez. Kendi düşüncesiyle yetinen, hiçbir şey düşünmez.”[1]
Alain, bu kısa metinde, Platon’dan beri felsefenin temel konusu olan düşünce tematiği ve doxa (kanı) – idea (hakikat) sorunsalını irdeler.
Düşünce, temel olarak birbirinden farklı üç entelektüel girişim ile gerçekleşir.
Düşünce, bir yönüyle basit bir bilince çıkarma eylemidir. Bir şeyi düşündüğümüzde, onu zihinsel olarak bir imge ya da bir fikir biçiminde bilincimizde temsil ederiz.
Düşünce eylemi, aynı zamanda, temsilden daha yüksek bir kapasite olan kavramlaştırma çabasıdır. Akıl yürütürken, bir varlığın doğasını belirlemek için bir kavram yaratırız ve aklımızda onun değişmez özelliklerini rasyonel olarak temsil ederiz.
Bu zihindeki imgesel-fikirsel tasarım ve akıl yürütmedeki kavramsal-rasyonel temsil biçiminin yanında, düşünme eylemi aynı zamanda, bir tartma, değerlendirme ve yargılama kapasitesi olarak bir üçüncü temel özelliğe sahiptir.
Bu bağlamda, Alain, düşünmenin, sanıldığı gibi sadece herhangi bir zihinsel temsile sahip olmak olmadığını; düşünmenin asıl incelemek, sorgulamak, yargıda bulunmak ve bir hakikate varmak olduğunun altını çizer.
Peki, Alain, neden çoklu bir eylem olan düşünceyi sadece hayır demeye indirger?
Düşünmek, hayır demekse; hayır demek, düşünmek midir?
Alain, insanın zihinsel bir temsil olarak herhangi bir kanıya, herhangi bir fikre, herhangi bir görüşe sahip olmasına karşı değil; tersine, bunların bir uyku halinde sorgulanmadan kabullenilmiş olmasına karşı çıkmak için “düşünmek hayır demektir”, der.
Bu nedenle, düşünmek, pasif olarak (uyku halinde) kabullenilmiş temelsiz kanılara hayır demekle başlar.
Düşünce öncelikle asıl kendisine, kendi görünüşüne aktif olarak (başı sarsıp, uyanıp) hayır demektir.
Yani…
Düşünce, prensip olarak öncelikle incelenmeden, temellendirilmeden içselleştirilmiş bu kanıların kendisine karşı çıkarak işe başlamaktır; onların nereden ve nasıl geldiğini araştırıp sorgulamak, sonuçta da bir hakikati içerip içermediğini değerlendirip bir yargıda bulunmak, bir karara varmaktır.
Bu denenle, Alain, düşünmeyi hayır demekle özdeşleştirmektedir.
Peki, içeriksel olarak neye hayır?
Dünyaya, tirana, vaize hayır…
Dünyaya hayır, çünkü Platon’un Devlet kitabındaki Mağara Alegorisi ile altını çizdiği gibi şeylerin görünüşleri yanıltıcı olabilir; hakikati aramak öncelikle doxaları, temelsiz kanıları sorgulamaktan geçer.
Dünyaya hayır, çünkü Descartes’ın Méditations métaphysiques adlı eserinde altını çizdiği gibi açık ve net fikirlere ulaşmak duyumsanır görünüşten kuşku duymakla, ona karşı çıkmakla başlar.
Tirana hayır, çünkü Étienne de la Boétie’nin Discours de la servitude volontaire adlı eserinde belirttiği gibi, evet diyerek kendi rızam nedeniyle sorumlu olduğum kulluktan kurtulup özgürleşmem, bu paradoksal durumu sorgulayıp, düşünmekten geçer.
Tirana hayır, çünkü Kant’ın Aydınlanma Nedir? adlı makalesinde altını çizdiği gibi, her türlü vesayetin ve veliliğin tahakkümünden özgürleşip, bir yetişkin gibi davranabilmek için aklını kullanarak kendi başına düşünmeye cesaret edebilmek gerekir.
Vaize hayır, çünkü Spinoza’nın Traité théologico-politique adlı kitabında belirtiği gibi, Tanrı adına konuştuğunu iddia ederek kendi kişisel kanılarını savunanların ve yayanların hakikatini sorgulamak düşünmekten geçer.
Bütün bu nedenlerden dolayı, Alain için düşünmek, öncelikle hayır demektir.
Yani…
Birincisi:
Düşünmek, insanın herhangi bir şeye inanıp, onu sorgulamadan olduğu gibi kabullenip bir kanıya sahip olması değil; tersine, asıl insanın her şeyden önce bu inanarak içselleştirdiği kanılara karşı çıkarak, onları sorgulayarak, inceleyip, tartarak değerlendirmesi ve bir yargıya varmasıdır.
Çünkü…
İnsan, kendisi bizzat düşünmediği için, başkasının savlarına inanır ve ona boyun eğer.
Oysa…
Düşünmek, bir fikir ya da bir görüş sahibi olduğuna inanmak değil, tersine asıl sahip olunduğuna inanılan fikirlerin üzerine dönerek, onların hakikati sorgulayıp bir karara varmaktır.
İkincisi: Birinci özelliğinden dolayı, düşünme eyleminin karakteri otonomidir.
Bu zihinsel ve rasyonel özellikleriyle sorgulama, değerlendirme, akıl yürütme, yargıya varma şeklindeki düşünme pratiğinin felsefedeki adı özgürlüktür.
Çünkü…
Descartes’ın Cogito, ergo sum (Düşünüyorum, öyleyse varım) diyerek altını çizdiği gibi, düşünce, insana özgü bir öznenin eylemidir. Düşünce eylemi, bir özne olarak insanın dışındaki diğer canlı varlıklar olan bitkiler ve hayvanlarda mümkün değildir. Diğer canlı varlıklarda kendi kendisinin üzerine dönen bir dikkat (réflexivité), içsel süreçlerin temsil kapasitesi (représentation) ve soyutlama (metalangage) anlamında bir öznellik ve rasyonalite söz konusu değildir. Düşünmek, sadece insanın bir özne oluşunun temel özelliğidir. Bu nedenle düşünmek, hem insan oluşu gerçekleştiren, hem de insana içkin olarak iradi (volontaire), yani isteyerek yapılan özgür bir eylemdir.
Bu çerçevede, Hannah Arendt, Eichmann in Jerusalem: A Raport on the Banality of Evil adlı kitabında belirtiği gibi, düşünmekten vazgeçen insanın, aslında “hayır” deme kapasitesinden, yani özgürlüğünden vazgeçtiğini; dolayısıyla insanlıktan çıktığını ve kötülüğün sıradanlığına teslim olduğunu belirtir.
Bu bağlamda, sonuç olarak, Alain, inanmanın ve düşünmenin bu temel uzlaşmazlığından hareketle hem bireysel (etik) hem de toplumsal (politik) olarak iki farklı pratik sonuç çıkarır.
Sorgulamadan inanıp kabullenmek, hem bir uyuklama, bir boyun eğiş, bir kararma halidir; hem de her türlü tiranlığa gönüllü kulluk etmenin vuku buluşudur.
Oysa…
Sorgulamadan içselleştirilmiş, kabullenilmiş tüm kanılara karşı çıkarak düşünmeye başlamak; bir uyanış, bir başkaldırı, bir aydınlanma halidir ve özgürlüğün icrasıdır.
Bu nedenle düşünmek, hayır demekle başlar.
Dolayısıyla…
İnsan, her türlü vesayete “hayır” diyerek, kendi aklını kullanmaya cesaret edebilme kapasitesine sahip olarak, düşünebilen özgür bir varlıktır.
Metin Gönen
15.05.2017
[1] Alain, Propos sur les pouvoirs. Éléments d’éthique politique, Gallimard, Paris, 1985, P. 351.