Funny Games ve Nedensiz Şiddet

Ölümcül Oyunlar (Funny Games), ilki 1997 Avustralya, ikincisi 2007 US yapımı olmak üzere iki defa çekilmiş bir Michael Haneke filmi. Üç kişilik bir ailenin (Ann, George ve oğulları Georgie) tatillerini geçirmek üzere gittikleri yazlık evlerinde yaşadıkları şiddet dolu bir geceyi anlatıyor. Kendilerini yan komşunun akrabası olarak tanıtan iki gencin (Paul ve Peter) kapıyı çalmasıyla ailenin hayatı kâbusa döner.

Ölümcül Oyunlar şiddet üzerine düşünen bir film. Şiddetin ve şiddetin nedenleri Psyhco‘dan (Alfred Hitchcock, 1950), Taxi Driver‘dan (Martin Scorsese, 1976) Manhunter‘a (Michael Mann, 1986) pek çok filme konu olmuştur. Çoğunlukla kahramanların çocukluk çağlarında ve geçmişte yaşadıkları kötü tecrübeler, bugünkü şiddet eğilimleriyle birlikte anlatılır.

Ölümcül Oyunlar, bu yönüyle şiddet üzerine düşünen diğer birçok eserden farklılaşıyor.

Funny Games U.S. (Michael Haneke, 2007)
Funny Games U.S. (Michael Haneke, 2007)

Filmde Paul ve Peter’ın geçmişine ilişkin hiçbir bilgi verilmediği gibi, bu durumun özellikle altı çiziliyor.

Funny Games U.S. (Michael Haneke, 2007)
Funny Games U.S. (Michael Haneke, 2007)

Böyle bir sahne fiziksel ve psikolojik şiddetin iyice tırmandığı, bütün kurtulma imkânlarının boşa çıktığı bir zamanda gelir.

Funny Games U.S. (Michael Haneke, 2007)
Funny Games U.S. (Michael Haneke, 2007)

George, “Bunu neden yapıyorsunuz?” diye sorar. Paul ve Peter birbirlerinin yüzüne bakarlar, cevabı bilmemektedirler. Bir süre sonra Paul arkadaşının geçmişi ile ilgili bazı şeyler anlatır; iğrenç yoksul bir aile, beş tane esrarkeş kardeş, alkolik bir baba. Bu konuşma böyle sert bir şiddetle başa çıkabilmek için nedenler arayan izleyiciyi bir an rahatlatacaktır.

Funny Games U.S. (Michael Haneke, 2007)
Funny Games U.S. (Michael Haneke, 2007)

Fakat filmde amaçlanan, şiddeti nedenselleştirip empati duygusuyla katlanılır kılmak değil, tersine bizi şiddetin gizli ve karanlık doğasıyla karşı karşıya bırakmaktır. Paul böyle bir yanılgıya fırsat tanımamak için anlattığı hikâyeyi hemen yalanlar. Belki de sonrasında George’e yönelttiği sorunun asıl muhatabı izleyicidir:

“Ne duymak isterdiniz?

Sizi ne mutlu ederdi?

“Varoluşun anlamsızlığından usanmış ve iğrenmiş hepsi bu.”

Funny Games U.S. (Michael Haneke, 2007)
Funny Games U.S. (Michael Haneke, 2007)

Bu, duymak istediğimiz cevap değildir. Filmin bu noktayı özellikle işaret etmesinin nedeni, izleyicinin Paul ve Peter’ın davranışlarına dayanarak onlara acılarla dolu bir çocukluk yakıştırmasını özellikle önlemek istemesi olabilir.

Funny Games U.S. (Michael Haneke, 2007)
Funny Games U.S. (Michael Haneke, 2007)

Şiddeti nedenselleştirirken çoğu zaman aslında şiddeti çarpıtarak kabul edilir hale getirmez miyiz? Şiddeti uygulayan da bir kurban olarak ele alındığında bazı davranışları kaçınılmaz olarak meşrulaşır.

Funny Games U.S. (Michael Haneke, 2007)
Funny Games U.S. (Michael Haneke, 2007)

Yönetmen bu yanılgıya fırsat vermekten bilinçli olarak kaçınmış. Böylece düşüncemiz ister istemez insan doğasında yer alan saf ve “nedensiz” şiddete çevriliyor. Yani mecbur kalmadan, herhangi bir nefsi müdafaa söz konusu olmadan, sadece öyle istediğimiz için gösterdiğimiz şiddet. Bir başkasına acı vermek, insan türünü, biraz daha kişiselleştirirsek bizi daha iyi hissettirir mi? Bu soruyu hayır diye yanıtlayıp hızla üstünü çizmeden önce geçmişimiz üzerine biraz düşünmeliyiz belki de. Burada akla hemen Eski Roma’daki gladyatörler geliyor. Uzak sayılamayacak bir zamanda insanların en büyük eğlencelerinin, savaş esirleri ve kölelerin birbiriyle ölümüne dövüşünü izlemek olduğunu düşünmek güç.

gladiator
gladiator

Doğu Batı dergisinin şiddet sayısında “Şiddetin Politik İkonografisi” adlı makalede Jean-Leon Gerome’un resmettiği “Pollice Verso” isimli tablodan söz edilir. “Bu tablo, rakibini yenmiş bir gladyatörün, arenada seyircilere karşı rakibinin üzerine basarak zafer dolu bir duruşla poz vermesini temel alan bir temsildir. Bu resimde arenadaki seyirciler, başparmaklarını aşağı doğru tutarak gladyatörü alkışlayıp gülümsemektedir.1” Makalede dikkat çekilen nokta, böyle bir durumda seyircilerin gülümseyebilmesi ve bir başkasına şiddet uygulanmasından, hatta öldürülmesinden duyduğu heyecan ve yakından tanık olma isteğidir. Pınar Uyaroğlu Yıldız, eski Roma’daki seyirlik şiddetin istekli izleyicilerininin resmedildiği bu tabloyu, yine yakın tarihli başka bir olguyla birlikte inceler. 2003 yılında Amerika – Irak Savaşı’nda Amerika’lı üst rütbeli askerlerce Ebu Garip Hapishanesi’ndeki mahkûmlara yapılan işkencenin fotoğrafları medyaya sızdıktan sonra tüm dünyada ses getirmiş, işkenceler daha fazla inkâr edilememiştir. Bu fotoğrafların çoğu, işkence anında çekilmiştir.

işkence
işkence

Acı çeken mahkûmların yanında kameraya gülümseyerek poz veren askerler belli ki bu anı ölümsüzleştirmek, daha sonra başkalarıyla paylaşmak istemişlerdir. Pınar Uyaroğlu Yıldız’a göre; “Fotoğraflarda işaret edilen, karşı tarafın düştüğü komik ve zavallı durumdur. Bu durum aynı zamanda bu sahneyi izleyebilenlerin zaferidir. Her iki resimde de ötekinin cefasından zevk alanlar, başkalaştırmış oldukları düşmanlarının zavallılıklarını irdeleyenler, bu manzaradan edindikleri güçlü olabilme hallerini kameraya bakarak anlatmaktadırlar.1”

Şöyle de denebilir; şiddeti uygulayanın, şiddet ediminden istediği etkiyi elde edebilmesi için bir de izleyiciye ihtiyacı vardır. Eğer öyle ise üç gruptan söz etmeliyiz; şiddete maruz kalan, şiddeti uygulayan ve şiddeti izleyen. Gerilimin iyice tırmandığı bir anda belki de filmin en rahatsız edici sahnesi başlar. Paul bu gece bir bahis oynayacaklarını açıklar. On iki saat sonra her üçünün de hayatta olmayacağını iddia eder. Hemen ardından ailenin yaşadığı şaşkınlık ve dehşet, yakın plan çekimle gösterilerek izleyicinin de aynı duyguları hissetmesi sağlanır. O sırada Paul kameraya döner. Hedefinde bu sefer seyirci vardır.

Ne düşünüyorsunuz?

Sizce şansları var mı?

Onlardan yanasınız değil mi?

Kime oynuyorsunuz?

Bir anda izleyici, kendini bu kirli oyunun içinde bulur. Paul ve Peter’e bakarak şiddetin doğasını anlamak imkânsızdır. Ne çocuk yaşta görülen fiziksel ve ruhsal baskı ne de alkolik bir baba bu olanları açıklayamaz. Paul’ün söylediği gibi onlar, seyirciye oynamaktadırlar. Yine bir başka sahnede benzer bir deneyim yaşanır. Her anı gerilim dolu gece sona ermiştir, beklenen kurtuluş gerçekleşmemiştir. Ailenin küçük oğlu Georgie ölmüştür. Sıra George ve Ann’e gelmiştir. Paul ve Peter sıradakinin kim olacağı ve ne şekilde öleceği üzerinde tartışmaktadır. George ve Ann eğer isterlerse ilk sırada ölme hakkını seçebilecekler, ayrıca bunun hangi silahla olacağına da karar verebileceklerdir.

Hızlı ve acısız tüfekle mi, yavaş ve acı verici bıçakla mı?

Ann “Yeter artık ne yapıyorsanız yapın,” der. Bu sözler izleyicinin düşüncelerini de yansıtır. O anda Paul kameraya döner, gözlerimizin içine bakarak “Sizce bu kadar yeterli mi, Yani gerçek bir son istiyorsunuzdur herhalde değil mi?” der. Saflar yine değişmiştir. O zamana kadar aile ile empati kuran, onlar için üzülen izleyici, birdenbire suç ortağına dönüşmüştür. Paul seyirciye, orada olduğunu biliyorum demek ister sanki. Bu seyirlik eğlence senin için ve sen bizi izleyen, sandığının aksine şiddeti uygulayana daha yakınsın. Şiddetin bazen nedensiz olabileceği ve en ehlileşmiş insanın bile karanlık doğasında izlerinin görülebileceği ilk bakışta aşırı bir yorum gibi gözükmektedir. Her ne kadar yönetmen ve senarist tarafından bu kapı bilinçli olarak kapatılmışsa da Paul ve Peter’ın şiddete yatkınlıklarının toplumsal nedenleri olduğunu düşünebiliriz. Çünkü iyi bir film, gösterdikleri kadar gizledikleriyle de bir şeyler anlatır.

Ailenin yüksek duvarlar, demir parmaklıklarla çevrili evlerini nasıl ki mekan olarak şiddet dolu bir geceye yakıştıramıyorsak, Paul ve Peter de beyzbol kıyafetleri, beyaz eldivenleri ve temiz yüzleri ile bir psikopata benzemekten çok uzaktırlar. Ölümcül Oyunlar, şiddeti arka sokaklardan çıkarmış, orta sınıf bir ailenin demir parmaklıklarla tecrit edilmiş güvenli evlerine sokmuştur. Elbette film kurgudur, gerçek hayattaysa kurbanlar vardır.

Ancak Ölümcül Oyunlar’ın bu konuda da söyleyecekleri var. Filmin son sahnesinde artık George da ölmüştür. Paul ve Peter, Ann’i yanlarına alarak denize açılırlar. Sohbet ederler. Ann’in ölme vakti gelmiştir. Onu denize atar ve konuşmaya kaldıkları yerden devam ederler. Peter bir kurgudan bahsetmektedir.

Paul sorar: “Kahramanı nerede?

Gerçek hayatta mı yoksa hayal dünyasında mı?

Ailesi gerçek dünyada, kendisi sanal âlemde.

Fakat kurgu gerçektir.

Neden?

Onu filmde görüyor musun?

Tabi ki.

Öyleyse başka yerde gördüğün gerçeklik kadar gerçek değil mi?

Bu diyaloglar, izleyicinin son rahatlama fırsatını da elinden alır. Film bittiğinde kumandanın kapatma tuşuna basarak gördüğümüz her şey yalnızca bir kurguydu, diyemeyeceğiz. Paul’ün sözlerinden alıntılarsak, az önce izlediğimiz şiddetin, dışarıda yaşanan kadar gerçek olduğunu bileceğiz.

Derya Sönmez

1.      Doğu Batı Düşünce Dergisi, Şiddet Sayısı, Ebu Garip İşkence Fotoğrafları: Şiddetin Politik İkonografisi, sayı 43, syf 11-28.