Tout va bien, Mayıs 68
Jean-Luc Godard’ın ve Jean-Pierre Gorin’in 1972 yılında gerçekleştirdikleri Tout va bien (Her Şey Yolunda), politika ve aşk üzerine düşünen bir filmdir. Tout va bien, Mayıs 1968 ayaklanmaları sonrası, özelde Fransa gerçekliğinin, genelde de özgürlükçü-eşitlikçi politikanın, kolektif eylem kapasitesinin ve aşkın yaşamda farklı iki kişi olma diyalektiğinin öznelliği üzerine bir sinematografik düşüncedir.
Mayıs 1968 ayaklanmaları sırasında Paris’te habercilik yapan bir Amerikalı gazeteci (Jane Fonda) ile solcu bir Fransız sinema yönetmeni (Yves Montand) tanışarak birbirlerine aşık olurlar; 4 yıl sonra ilişkilerinin geldiği noktayı ayrılmak ya da yola devam etmek için değerlendirip, düşünürler.
Tout va bien, beklenmedik bir politik sekans olarak ortaya çıkan 1968 ayaklanmalarının kolektif eylem dönemi içinde doğan bu aşk ilişkisini, dünyayı bir kadın ve bir erkek cinselliğiyle iki farklı radikal özne olarak birlikte deneyimleme serüvenin geldiği noktayı bir fabrika işgalinin dramatik (eylem) fonunda ele alır.
Kadın, Amerika’daki bir radyo için Paris’te habercilik yapmaktadır. Erkek, militan sinemacılık döneminden sonra, reklam filmleri çekmektedir. Paris’in banliyölerinden birinde bulunan bir sosis fabrikasının patronuyla röportaj yapmak için gittiklerinde, çift, işçiler tarafından işgal edilen fabrikanın içinde patronla birlikte rehin kalırlar. Âşıklar, 1972 yılında, 1968’in ruhunu yeniden aktive eden bu fabrika işgali eyleminin gelişimine ve tartışmalarına (seyirciyle birlikte) tanık olurlar ve kendi ilişkilerini bu politik deneyimin güncellenen öznel etkisiyle yeniden düşünürler.
Fransa’daki 1968 ayaklanmaları sırasında öğrencilerin de katıldığı bu fabrika işgalleri; pratik içindeki politik düşüncenin ve kolektif eylemin yaratıcı, özgün biçimlerindendir.
İşgaller; bir yönüyle, işçilerin, fabrikalardaki üretim/tüketim çarkını durdurarak çalışma/uyku döngüsünün anonim vücutları olma konumundan çıkıp, kolektif eylemle yarattıkları ortak-sahnelerde “isyan etmekte haklıyız” diyebildikleri; kendi kaderlerini düşünerek ellerine aldıkları ve kendi yaşamlarının öznesi oldukları, toplumun ve insanlığın ortak kaderiyle ilgili söz söyleyebildikleri özgürleştirici politik pratiklerdir.
İşgaller; aynı zamanda, gençliğin ve öğrencilerin, eğitim/öğretimin hiyerarşik işleyişini durdurarak üniversiteleri işgal ederek, belirlenmiş sosyolojik konumlarından çıkıp, fabrikalara giderek işçilerle birlikte yaratılan ortak-sahnelerde eşit ve özgürce buluştukları, farklı ortak-sahneler, farklı ortak-yaşam deneyimleri yarattıkları politik eylemlerdir.
Ancak…
68 Ruhu’nu oluşturan eylem biçimleri sadece işgaller değildir.
68 Ruhu’nu oluşturan politik sekansın içinde, bir yanda, kitlesel gösteriler-genel grevler vardır; diğer yanda da, normalde bir araya gelmeyecek olan öğrencilerle aydınların, işçilerle öğrencilerin ve aydınların ortak-sahnelerde buluşmaları şeklinde farklı sosyal grupların arasında ortak bir ilişki ağı ören iki önemli kolektif eylem biçimi daha vardır.
İşte…
Bu işgaller, kitlesel gösteriler-genel grevler ve farklı dünyaların bir araya geldiği çokluk içeren ortak-yaşamlar yaratma pratikleri; Mayıs 1968 politik sekansının üç temel eylem biçimidir. Bu eylem biçimleri; işgal edilen bir mekândan, bir kitlesel gösterinin deviniminden, bir genel grevin gücünden yola çıkarak, farklı dünyaların karşılaşmasını temel alan ortak-sahneler ve kolektif öznellikler yaratırlar.
Bu şekilde…
68 Hareketi; geleneksel kurum/kitle ilişkisini, yani “kurtuluşa” doğru ilerleyen tarihin kristalize olmuş bilinci rolünü oynayan “öncü parti” ve “kurtarılacak yığınlar” hiyerarşisinin ikilemini, çokluk içeren kolektif eylemin gücü ile yerle bir eder.
Yani…
68 Hareketi; partilerin, sendikaların, her türlü “öncü” ve “sözcü” rollerini oynayan kurumların; anlamı-yönü belirlenmiş bir tarih anlayışının tek düze çizgisini ve sosyal hiyerarşinin zorunluluklar zincirini kırarak, farklı mekânlarda ve farklı zamanlarda yepyeni kolektif öznelliklerin kompozisyonuna olanak veren özgürlükçü ve eşitlikçi bir politik sekans başlatır.
Bu nedenle…
1968 Hareketi; tamamıyla geleneksel “öncü” ve “sözcü” partilerin, sendikaların ve benzer tüm kurumların dışında ve onlara rağmen gelişmiştir. Tout va bien filminde gösterildiği gibi de kendiliğindenci ve otonom bir şekilde başlatılan bu kitlesel hareketler, Fransız Komünist Partisi ve onun sendikası CGT tarafından engellenmeye çalışılmıştır.
Çünkü…
68 Hareketi; Fransız Komünist Partisinin hem parlamenter-temsili sistemle kol kola yaşayan, hem de bir “devrim” ile bu parlamenter sistemi ortadan kaldırma amacında olan ikiyüzlü tutumunu tüm çıplaklığıyla ortaya koymuştur. Fransız Komünist Partisi, bu ikili oyundan çıkmak için, 68 Hareketinin karşısında engelleyici bir tutum alarak, seçim yapmak zorunda kalmış ve 1981 yılında François Mitterrant’ın Cumhurbaşkanı seçilmesini sağlayan ittifakla sonuçlanacak süreci başlatarak, “devrim” yerine parlamenter-temsili sistemin oligarşik oyununu açıkça oynamayı tercih etmiştir. Bu da, Tarihin bilincinin iafedesi “öncü-parti” efsanesinin son bulmasına ve Komünist Partisi’nin kitlesel ve fikirsel gücünü yitirerek, toplumdaki tüm reel etkinliğini kaybetmesine yol açmıştir.
Oysa…
Tam tersine…
68 Hareketi; her türlü “öncü-partiler” efsanesinin hiyerarşisinin ve parlamenter-temsili sistemin oligarşik işleyişinin tam tersi olan özgürlükçü ve eşitlikçi bir politikanın evrensel fikrini ve kitlesel gücünü yaratmıştır.
Yani…
68 Ayaklanmaları; bir yanda, partilerin, hükumetin, bakanların politika yaptığı, diğer yandan da, sendikaların, belediyelerin, derneklerin sosyal ihtiyaçlarla uğraştığı hiyerarşik bölünmenin ifadesi politik-alan/sosyal-alan, öncü-parti/yığın hareketleri, gelecek-hazırlığı/anın-zorunlulukları şeklinde ayrımları hiçbir kurumsal-hiyerarşik yapının içine alınamayacak yepyeni ortak-sahneler, ortak-alanlar, kitlesel eylemler ve kolektif öznellikler yaratarak alt üst etmiştir.
Yani…
68 Hareketi, herkesin kapasitesi dahilinde olan eşitlikçi özgürlükçü politikanın ne olduğunu tüm dünyaya göstererek şunun altını çizmiştir:
Partiler, sendikalar, “öncü-sözcü” rollerini üstlenen kurumlar-kişiler ve gelecek vaatleri; özgürlükçü-eşitlikçi bir kolektif öznellik ve ortak politik eylem yaratmazlar.
Tam tersine…
Özgürlükçü ve eşitlikçi politik-kolektif eylemin kendisi, bir gelecek fikri ve bir toplum rüyası yaratır.
Çünkü…
Özgürlükçü ve eşitlikçi bir politik eylem; zorunlulukların ve olasılıkların değişip yeniden belirlendiği farklı bir zaman ve mekân içinde yepyeni kolektif öznellikler dinamiği yaratır.
Her yeni kolektif öznellik dinamiği de dayatılmış bir yaşamın çaresizliğinin içinde umudu, kader çizgisinde özgürlüğü, yaşanan anın zorunlulukları içinde farklı olasılıkların kompozisyonunu yaratarak, verili olanın belirlenmişliği içinde evrensel olarak paylaşılabilecek yepyeni seçenekler perspektifi oluşturur.
Yani…
Politik eylem, belirlenmişliği ve zorunlulukları reddeder; beklenmedik bir yaşam, henüz tasarımlanmamış bir gelecek fikri ve pratiği yaratır.
Sanıldığı gibi, bir gelecek programı, bir öncü pozisyonu; kolektif eylemi, kader birliğini yaratmaz.
Tersine…
Politik eylemin kendisi, ortak rüyalar yaratır.
Gezinin, yepyeni bir kolektif öznellik ve yeni bir yaşam fikri ve farklı bir toplum rüyası yarattığı gibi…
Bu çerçevede…
68 Hareketi’nin ruhu, Amerika’da, 1960’lı yılların başında, özelde Siyahilerin sivil hakları için giriştikleri politik eylemlerle ve genelde Amerikan gençliğinin Vietnam Savaşı karşıtı olarak yaptıkları kitlesel gösterilerle eşit, özgür ve barışçıl bir dünya rüyasıyla çok daha erken yaşamaya başlar. Fransa’da ise, 1968 ruhu, birçok sürecin iç içe geçtiği özgürlükçü ve yaratıcı bir politik sekans olarak Mayıs 1968 başlar, kitleselliği ve coşkusu azalarak 1975 yılına kadar devam eder.
1968 Ruhu’nu, bireysellik, egoizm ve hazcılık olarak değerlendiren inkarcı ve indirgemeci tekerlemelerin ötesinde ele almak istediğimizde, aslında tüm yaratıcı politik sekanslarda olduğu gibi kompleks bir hakikat ile karşı karşıya olduğumuzu görürüz.
Yani…
“1968 Hareketi” olarak nitelediğimiz özgürlükçü ve eşitlikçi politik sekansı oluşturan, iç içe geçmiş birçok hareket bulunmaktadır özde.
Bir yanda, Fransız Komünist Partisi’nin “”öncü” konumuna ve Althusserci “bilim”in kitlelere bilinç götürme programına rağmen, gençliğin ve işçilerin hiç beklenmedik bir biçimde gelişen kendiliğindenci ve kitlesel eylemleri vardır. Biz annelerimiz-babalarımız gibi kapitalist sistemin devamını sağlamak istemiyoruz, biz başka bir şeye başlamak istiyoruz, diyerek, üniversiteleri işgal edip, dersleri durdurup, eğitim-öğretimin hiyerarşik çarkının ve tarihin belirlenmiş zamanının dışına başkaldırarak çıkan gençliğin, fabrikalara gidip farklı dünyalarla karşılaşarak oluşturduğu sıra dışı gençlik hareketleri vardır.
Diğer yanda, Fransız komünist Partisi’ne, onun işçi sendikası CGT’ye ve geleneksel sol partilere rağmen geniş kitlesel grevlerin ve fabrika işgallerinin yapıldığı, üretim/tüketim, çalışma/uyku döngüsünün kırıldığı, farklı ortak-zamanların ve kolektif yaşamların yaratıldığı yaygın işçi hareketleri ve genel grevler vardır.
Aynı zamanda, Amerika’dan Almanya’ya, Çekoslovakya’dan Romanya’ya ellerinde gitarlarıyla uzun saçlı sempatik gençlerin, geleneksel ilişkilerden, baskıcı toplumsal kurallardan, cinsel tabulardan kurtulma biçiminde dile getirdikleri kültürel özgürleşme hareketleri vardır.
En önemlisi de bütün bu kolektif eylemlerin ve kitlesel hareketlerin esprisini ve 1968’in Ruhu’nu ifade eden, parlamenter-temsili sistemin, geleneksel parti ve sendikaların dışında özgürlükçü-eşitlikçi politikanın yeni biçimlerini yaratma arzusu ve arayışı vardır. Coğrafi bölgelerin yerelliği ve bir tarihsel sekansın sınırları dışında, sonsuz ve zamansız olarak evrensel çerçevede sadık kalınacak ve her daim aktive edilebilecek olan 1968’in politik öznelliği de özünde budur.
Yani…
Özgürlükçü ve eşitlikçi politik eylemler; bir “iktidar alma”, bir “hükumet olma” savaşı değildir.
Özgürlükçü ve eşitlikçi politika; her insanın ortak kapasitesi dâhilinde olan kolektif eylemlerin, ortak-sahnelerin beklenmedik yaratıcılığıyla her türlü “iktidar ve güç” mekanizmalarının hiyerarşik oyununu bozmak, “oy sayısı”, “milli irade” masallarıyla halktan gasp edilen yönetme kapasitesinin, temsili parlamenter sistem içindeki oligarşik işleyişini tüm çıplaklığıyla ortaya koymaktır.
Özgürlükçü ve eşitlikçi politika; bir “devlet aygıtını ele geçirme ve yönetme” programı değildir.
Özgürlükçü ve eşitlikçi politika; devlet idaresinin, toplumun ortak işlerinin çözümünün uzmanların, ayrıcalıklıların, zenginlerin, diplomalıların, seçilmişlerin, atanmışların işi olmadığını, bunun sadece herhangi bir insan olarak herkesin ortak kapasitesi dâhilinde olduğunu göstermektir.
Özgürlükçü ve eşitlikçi politika; parlamenter-temsili sistemin oligarşik işleyişi içinde oynanan seçilen/seçen oyunu değildir.
Özgürlükçü ve eşitlikçi politika; toplum ve insanlık adına söz söylemenin parlamentonun temsilcilik oyununa hapsedilen ve seçimler dönemine sıkıştırılan bir iş olmadığını; bunun her zaman ve her insanın hakkı ve ortak kapasitesi dâhilinde olduğunu farklı kolektif öznellikler yaratarak, değişik söz alma biçimleri ve ortak eylem tarzları keşfederek göstermektir.
Özgürlükçü ve eşitlikçi politika; geleneksel partiler, sendikalar, kurumlar hiyerarşisi içinde “kurtarılacak yığınlara” bilinç götürme ve gelecek hazırlama hizmeti değildir.
Özgürlükçü ve eşitlikçi politika; parti, sendika, dernek, vs. gibi kendine durumdan vazife çıkaran her türlü kurumun ve öncülük iddialarının bizzat kendisinin de sorgulanıp, tartışıldığı; “politikanın” ne olduğunun, “kolektif öznelliğin” neyi ifade etiğinin, kendilerinin de bizzat düşünüldüğü, değerlendirildiği, her şeyin sonsuz ve sınırsız olasılıklar içinde sadece herhangi bir insan olmanın eşitliği ve özgürlüğüyle yeniden yaratıldığı bir kolektif pratiktir.
Bu anlamda…
1968’in Ruhu, hem özgürlükçü ve eşitlikçi politika düşüncesinin, tüm tahakküm ilişkilerinin ve her türlü sosyolojik-etnik kimlik hiyerarşisinin dışında, başkaldırının yeniyi başlatıcı “olaysal” gücüdür; hem de, her türlü kurumsal-bireysel belirlenmişliklerin dışında, çokluk içeren ortak-sahnelerin, beklenmedik karşılaşmaların, farklı ortak-yaşamların ve kolektif öznelliklerin yaratılabilmesinin sınırsız ve sonsuz olasılığıdır…
Aşklar dâhil…
1968’in Ruhu; özgürlükçü ve eşitlikçi politikanın, istenildiğinde her zaman, her yerde, her biçimde aktive edilebilecek olan bir öznel-sonsuzluk olasılığıdır…
Yani…
1968 Ruhu, belli bir kuşağın antropolojik-sosyolojik-kültürel kimliği değildir.
Tersine…
Her kuşağın, her toplumun, her anın, her insanın, kendi olasılıklar potansiyeli ve zorunluluklara baş kaldıran “68 Ruhu” vardır.
Bu olasılıkların gücünü aktive etmek için de…
Hiçbir kuruma, yöneticiye, öncüye, temsilciye ve bilinçlenmeye gerek yoktur…
Her insanın, herhangi bir insan olma kapasitesi dahilinde olan bir şekilde sadece içinde bulunduğumuz durumu ve bize dayatılan yaşamdan başka bir yaşama layık olduğumuzu düşünmek ve sadece başka bir yaşam istemek yeterlidir…
Metin Gönen
20.02.2014
(Yazı, bu giriş çerçevesinde, filmin detaylı bir analizi ile devam edecektir…)