Gezi Demokrasisi ve Yeni Yaşam Fikri
Gezi Demokrasisi deneyimi bize somut olarak bir şeyi gösterdi.
Politika; tüm sosyal belirlenmişliklerin ve olgusal aidiyetlerin hiyerarşileri üzerinde, hiçbir sondaj çalışmasının, hiçbir sosyolojik analizin, hiçbir iktidar söyleminin öngöremediği yepyeni bir evrensel kolektif öznellik yaratmaktır.
Gezi Ruhu olarak adalet, barış ve demokrasi fikirleriyle anonim insanların kamusal alanlarda yarattığı yepyeni bir “ortak-insanlık” öznelliği gibi…
Bu çerçevede politika, bir lokal haksızlığı herkesin içinde yer alabileceği evrensel bir seslenişe dönüştürmek, tüm özdeksel-olgusal kimliklerin üzerinde herkesin yer alabileceği eşit ve özgür bir demokratik öznellik yaratarak sosyolojik olarak öngörülmemiş ortak-yaşamlar oluşturmaktır.
Gezi Ruhuyla tüm ülkenin parklarında dayanışmacı, paylaşımcı, komuncü duygularla, yaratılan beklenmedik ortak öznellikler ve kolektif yaşam deneyimleri gibi.
Bu bağlamda gençler bize şunun altını çizdiler…
Politika, bölüp parçalayarak yönetme sanatı değildir. Politika, zaten bir toplumda var olan tüm sosyolojik-olgusal bölünmüşlüklerin ötesinde ve aidiyetler hiyerarşisinin üzerinde, herkesin özgürce katılabileceği eşitlikçi evrensel kolektif öznellikler ve ortak-yaşamlar yaratabilmektir.
Yani…
Paradoksal bir olgusallık ve öznellik, varoluş ve özne-oluş ilişkisi arasında özgürce gidip gelebilmektir.
Belli bir yüze sahip olmanın ötesinde, herhangi bir yüz olarak aynı zamanda dünyanın bütün yüzleri olabilmektir.
Belli bir yere ait olmanın ötesinde, herhangi bir yerde aynı anda yeryüzünün her yerine ait olabilmektir.
Beklenilen bir yerde, öngörülen bir zamanda ve belirlenmiş-dayatılmış bir biçimde bulunmanın ötesinde, her yerde, her anda ve her biçimde, eşit ve özgürce var olabilmektir.
Bu nedenle…
Politika; sondajlardaki, evet/hayır ikilemine, istatistiklerdeki sayılara, sosyolojik-etnik kimliklere, yöneticilerin ve uzmanlarının güvenlikçi analizlerine, seçmen yüzdelerine, “marjinallik” nitelemelerine indirgenecek sığlıkta bir olgu değildir.
Sondajlar, istatistikler, seçmen dağılımı ve güvenlikçi istihbarat üzerinden Gezi Parkı Demokrasisi’nin yarattığı özgürlükçü politika deneyimini değerlendirmeye ve bu çerçevede davranmaya karar veren yöneticiler başta olmak üzere, tüm uzmanlar hiç beklemedikleri bir şekilde yanılabilirler.
Politika; ne sosyolojik bir resmin ve seçmen istatistiğinin bir temsili iktidarda vücut bulmasıdır, ne de devlet yönetiminin ve hizmet çalışmalarının teknik idareciliğidir.
Politika; özgün bir düşünce ve aktivite olarak, kamusal alanda rasyonel söze ve akla dayalı, ikna temelinde bir fikir tartışmasıyla sunulan bir ortak yaşam fikri ve bu fikrin evrensel bir seslenişle kolektif bir öznelliğe dönüşmesi, bir kader birliğinin, bir toplumsal yaşamın örgütlenmesidir.
İşte bu nedenle…
Bir fikrin gücünü ve bir fikir etrafında insanın yeryüzündeki yaşamına anlam veren kolektif eylemin coşkusunu; hiçbir sondaj, hiçbir sosyolog, hiçbir yönetici danışmanı, hiçbir istihbarat elemanı ya da hiçbir televizyon yorumcusu verili olgusal kalıplarla ve istatistiklerle ölçemez.
Çünkü politika, Gezi Parkı Demokrasisinde olduğu gibi, adil, eşit, özgür, barış ve dayanışma içinde farklı bir ortak-yaşam fikri olarak kitlesellik kazanıp, kolektif bir eyleme dönüştüğünde; falanın askeri, filanın gençlik kolu, filancanın taraftarı, feşmekanın seçmeni tarzındaki tüm olgusal, etnik, sosyolojik, kültürel, dinsel aidiyetleri ve kimlikleri altüst eder. Bütün bu olgusal-reel aidiyetlerin hepsinin ötesinde, yepyeni, adı henüz konulmamış bir kolektif öznellik oluşur.
Politikanın, toplumun sosyolojik-olgusal bölünmenin ötesinde, insanları eşit ve özgür olarak bir fikir etrafında coşkuyla birleştirebilmesinin, bir ortak-insanlık duygusu ve bir ortak yaşam deneyimi oluşturmasının kolektif-öznel gücü buradadır.
Bu nedenle, yasaklarla ve ötekileştirici söylemlerle sosyolojik-etnik-mezhepsel bölünmeler yaratıp, bunları ısrarla sürdürerek toplumu yönetmek, Gezi Parkı gençlerinin de bu yapay bölünmüşlük içinde “iyi çocuklar” olarak oturup yerlerini almalarını istemek yerine; sivil toplumun kamusal alana katılmasının önündeki tüm demokratik kanalların önü açılmalıdır. İnsanların yaşadığı topraklarda ortak-yaşamın ve ülkesinin birleştirici ortak kederi için fikrini ifade edebilmesinin, yani kamusal alanda eşit ve özgürce demokratik haklarını kullanabilmesinin, demokratik politika yapabilmesinin, demokrasinin gereği ve anayasal hak olarak seçilmişleri sorgulayabilmesinin, denetleyebilmesinin önü açılmalıdır.
Öncelikle, Gezi Parkı Gençlerinin somut-demokratik taleplerine “şaşmaz” bir açıklık ve netlikle yanıt verilerek, yani talepler kabul edilerek bu demokratikleşmeye Gezi Parkı’nın özgür-ortak bir kamusal alan olarak kalacağı açıklanarak başlanılabilir.
Ancak gençler tarafından Gezi Parkı Demokrasisinin her hangi bir temsili kuruma ya da bir partiye dönüşmesi düşünülmemelidir. Gezi Parkı’nda yaşanan demokrasiyi ve Park Meclisleri deneyimini bir kurumsallığa dönüştürmek, sosyolojik-etnik-mezhepsel bölünmüşlüğün oy yüzdelerine ve temsili sistemin hiyerarşik kalıbının emir komuta zinciri içine hapsetmek; tek kelimeyle bu çoğulcu demokratik politikanın yaratıcı özgürlüğünü, bu birleştirici eşitlikçi kolektif gücünü ve herkese açık olan bu evrensel karakterini yok etmektir.
Diğer taraftan da Gezi Parkı’nın bu sıra dışı ve öngörülemeyen demokrasi deneyimini; sondajlarla verili bir seçmen tablosuna, uzmanlarla olgusal sosyolojik bir resme ve danışmanlarla güvenlik analizlerine indirgeyerek onun evrenselliğinin, kolektif özgünlüğünün ve öznel-fikirsel gücünün yok edilmesi çabalarına da pek aldırış edilmemelidir.
Gezi Parkı deneyimi, demokratik politikanın bir örneği olarak bu haliyle kalmalı, bu topraklarda bir ortak-kader, bir ortak-insanlık, bir ortak-vicdan, bir ortak-hafıza, bir ortak-yaşam oluşturmanın özgürlükçü ve eşitlikçi pozitif bir deneyimi olarak tüm canlılığıyla toplumun bilincinde yaşamalıdır. Sadece tüm toplumun barış, adalet ve demokrasi talebini dile getirmekle yetinmeyen. Aynı zamanda Parkta Cuma namazı kılan Müslümanları koruyan, meydandaki yaralı polisi tedavi eden, futbol taraftarlarını aynı şarkılarda birleştiren bu sıra dışı bir araya gelme, yetişkin olma deneyimine, bu eşitlik ve kardeşlik duygusuna, bu özgürlük anına, bu kolektif coşkuya, bu öznel ölümsüzlük hissine, kısaca bu gerçek demokrasi okuluna her zaman sadık kalarak, Gezi Parkı’nın toplumumuzun demokratikleşmesi ve barışı gerçekleştirmesi sürecinde olumlu bir örnek ve pozitif bir enerji oluşturması sağlanmalıdır.
Yani…
Eşitlik ve barış isteyen Kürt halkıyla başlayan barış görüşmeleri sürdürülürken, tüm toplumun ihtiyacı olan demokratik bir anayasa, partilerin “kırmızı çizgiler” dayatmasına göre değil; tersine hepimizin ihtiyacı ve hakkı olan, yani eşit ve özgür yurttaşların demokratik bir toplumda, barış ve mutluluk içinde yaşayabileceği bir çerçeve olarak yazılmalıdır.
Çünkü özünde sorun nasıl bir toplum istiyoruz, sorusudur.
Ne tür bir Anayasa’dır.
Yani…
Ne tür Politeia?
13 Haziran 2013