Savaşta Ölen Çocuklar Hepimize Sesleniyor

Savaşta ölen çocuklarımız hepimize, tüm insanlığa sesleniyor.

Bir çocuğun ölümü, kabul edilmezlik işareti taşıyan bir olaydır.

Vücudu, hayalleri ve umutları parçalanan bir çocuğun ölümü ise, evrensel bir haksızlıktır.

Bir çocuğun kabul edilemez haksız ölümü, tüm kozmik akışı olağan yatağından çıkaran bir ilkesel şok yaratır.

İnsanı bir anda günlük yaşamın güvenli sıradanlığından ve doğal egoizminden şiddetle koparıp alır.

Yaşamları düşünsel, zamansal ve mekânsal olarak kendisinin dışına çıkmaya çağırır.

Bu çağrı, gündelik akıntılara kapılan bir sürüklenmenin yerine, bakışın özgürleşeceği yerlere doğru aykırı adımlarla inatla yürümeye bir davettir.

Yaşam bundan böyle bu topraklarda eskisi gibi sürüp gitmez, der.

İşte asıl mesele, bu evrensel seslenişe kulak vermek, onu içselleştirmek ve bu öznel süreçte sadakatle yürüyebilmektir…

Savaşta ölen her çocuk, sonsuzlukta çınlayan haykırışlarıyla hepimize seslenmektedir:

Bugün bakışlarımızın ve adımlarımızın özgürleşeceği yerler; Gezi’den Lice’ye, Okmeydanı’ndan Silvan’a özgürlük, eşitlik, adalet ve barış isteyen çocuklarımızın düşlerinin sağır bir devlet şiddetiyle parçalandığı yerlerdir.

Bugün her türlü lokal kimliklerin ötesinde adilane bir ortak-insanlığın gerçekleşeceği yerler; gencecik çocuklarının ölüsüne sarılarak her dilden ağıt yakan annelerin acılı yürekleri ve tüm toplumun ortak vicdanıdır.

Bugün, her türlü iktidar hırslarına, talana, despotluğa, yasaklara ve devlet terörüne inat; eşitliğin, özgürlüğün, barışın, toplumsal huzurun ve demokratik ortak-yaşamların gerçekleşeceği yer, vücutları ve umutları parçalanarak yaşamdan ansızın ayrılan çocuklarımızın adalet isteyen seslerinin, bu acılı toprakların doğusundan batısına öreceği kader birliği olacaktır.

Bugün adaletin tecelli edeceği yer, bir annenin çocuğunun dağılan parçalarını eteğine toplayarak ağıt yaktığı yerdir.

Bugün bakışımızın özgürleşeceği yer, çocukların düşlerinin sağır patlamalarda parçalandığı her yerdir.

Bugün barış ve gelecek umutlarının yeşereceği yer, beklenmedik patlamalarla parçalanarak, körlemesine gelen kurşunlarla vurularak yaşamdan ansızın ayrılan çocukların seslerinin sonsuzluğa dek adalet için çınladığı yerlerdir.

Çocukların kabul edilmez haksız ölümleri, özde bizi kendi kendimizden özgürleşmeye çağırıyor.

Hepimiz, bu kabul edilmez çocuk ölümlerinin neden olduğu haksız-hukuksuz acıların şiddetiyle kendi sınırlarımızı ihlal edip, kendimizi fırlatıp atmalıyız kendi kimliklerimizle ağırlaşan vücutlarımızın ve zihinlerimizin dışına…

Günlük yaşam kaygılarımız ve sorgulanmayan alışkanlıklarımızla atılan uygun adımlarla yürümek yerine…

Yaşamdan zamansız ayrılan tüm çocuklarımızın ve acılı anaların seslenişine kulak veren öznel-ihtilaller yapmalıyız kendi dünyalarımızda…

Hepimizi adilane bir ortak-insanlıkta buluşturacak sarsıcı öznel ihtilaller…

Yani…

Ortak-insanlık temelinde bir arada yaşayan eşit ve özgür bir toplum öznelliği yaratmak için, önce kendi kendimizin, kendi lokal yaşamlarımızın dışına inatla çıkmalıyız…

Kendi ülkemizdeki bir “yabancı” gibi, kendi dışımıza zihinsel-imgesel-duygusal olarak çıkıp ısrarla yürümeliyiz.

Bir içsel-öznel yolculukla kendi sınırlarımızın ötesini gidip görmeliyiz…

Bu gördüğümüz haksızlıkları, kendi günlük yaşamımızın kaygısı yapıp, önce kendimizden, kendi ağır-lokal kimliksel özdekselliğimizden özgürleşmeliyiz.

Parçalanan çocuk vücutlarını ve gelecek umutlarını tüm annelerle-babalarla birlikte Lice yaylarında, Silvan ve Yüksekova sokaklarında hep birlikte şefkatle toplamalıyız.

Hep birlikte bu çocukların bu zamansız-haksız ölümlerine her dilde dokunaklı ağıtlar yakmalıyız.

Öznel, düşünsel, imgesel, duygusal, fiziksel olarak bu aykırı-içsel yolculuğu kendi dışımıza doğru inadına gerçekleştirmeliyiz.

Yani…

Ortak-insanlık paydasında bir arada yaşayan eşit, özgür ve adaletli bir demokratik toplum öznelliği yaratmak için; öncelikle tüm algılama, hissetme, tasarımlama, kurgulama ve düşünme biçimlerimizde bir öznel ihtilal yapmalıyız.

Bir demokratik ortak-insanlık paydasında buluşmak, bu topraklarda tüm çocuklarımızla hep birlikte eşit ve özgür yaşamak için, önce ötekiler üreten kendi etnik kimliklerimizden, savaş çığlıkları atan kendi hantal vücutlarımızdan ve kendi vahametli kurgularımızdan özgürleşmeliyiz.

Bir anlık da olsa…

Hepimiz, ansızın patlayan ağır savaş silahlarıyla yaşamdan zamansız ayrılan çocukların yanan, parçalanan, kanayan vücutları ve umutları olmalıyız.

Hepimiz, istenmeyen bir savaşta ölen çocukların ağıt yakan annelerinin acılı yürekleri ve susturulamayan feryatları olmalıyız.

Hepimiz, bu kabul edilmez haksız çocuk ölümleri karşısında, adalet isteyen bir vicdan, suçluların cezalandırılmasını isteyen evrensel bir yargıç, bir toplumsal hakkaniyet çağrıcısı olmalıyız.

Hepimiz, bu kabul edilmez çocuk ölümlerini kendi öznelliğimizde yaşayıp, inadına bu çılgın topraklardaki tüm çocukların ortak geleceğini hep beraber düşünen ortak bir zihin olmalıyız.

Hepimiz, hep birlikte barış ve mutluluk içinde bu ülkede yaşamak için ortak-insanlık paydalarını tasarlayacak akıllar ve duyarlılıklar olmalıyız.

Çünkü…

Çocukların kurşunlanan ve parçalanan vücutları, umutları, düşleri, sadece ahlaki bir sorunu içermiyor.

Bu, sadece bir duygudaşlık meselesi değil.

Çocukların beklenmedik haksız ölümleri, sadece bir hukuk meselesi de değil.

Bu, sadece güvenli bir yaşam isteme meselesi de değil.

Bu, ben utanıyorum “Siz utanmıyor musunuz” tarzında tepeden bakan, mağdurlar ve toplum karşısında kendini yüksek ahlak bilinci ilan eden, insanlığı ikiye bölen “soylu statüler” meselesi hiç değil.

Çünkü…

Bu, her şeyden önce bir ilkesel tutum meselesidir. Bu, her şeyden önce, herkesin önce kendi kendisiyle bir öznel karşılaşma yapabilme meselesidir.

Bu haksız çocuk ölümlerinin yarattığı ilkesel şok karşısında, öncelikle herkesin kendi içinde bir “öznel altüst oluş” yaşama meselesidir.

Yani…

Bu, her şeyden önce bir insan-oluş, bir evrensel adalet duygusu ve bir demokratik öznellik meselesidir.

Bu, öncelikle, kabul edilmez bir haksızlık karşısında, evrensel adalet adına hepimizin kendi yaşamımızda, algılama, kurgulama, hissetme, tasarımlama, düşünme ve davranma süreçlerinde bir zihinsel-öznel ihtilali gerçekleştirebilmemizin meselesidir.

Bu, öncelikle, bir öznel yolculukla beklenen zamanda, beklenen yerde, beklenen biçimde, beklenen statüde olmayan, bir içsel dönüşüm, bir demokratik özne-oluş, adil bir evrensel ortak-insanlık yaratabilme meselesidir.

Bu, öncelikle, bir yerel olayı, bir kabul edilmez haksızlığı, evrensel adalet boyutlarıyla içselleştirip; kendi kendimizle, yaşamımızla, beklentilerimizle, tarihimizle, geleceğimizle olan imgesel-kurgusal ilişkimizde demokratik ihtilaller yapabilme meselesi.

Kısaca bu kabul edilmez haksız çocuk ölümleri karşısında, evrensel adalet boyutuyla, herkesin bir insan olarak, öncelikle kendisinin varoluşunu gözden geçirme, öncelikle kendisinin tutumunu sorgulama meselesidir.

Yani, bir varoluş, bir özneleşme, bir özne-oluş meselesidir…

Tüm özdeksel-kimlik sınırları arasında özgürce dolaşan demokratik bir varoluş, evrensel bir ortak-insanlık öznelliğini yaratabilme meselesidir.

Tikelin farklılığında duraksamadan, genelin anonimliğinde kaybolmadan, yerel haksızlıkları evrensel boyutlara taşıyabilen bir demokratik özne-oluş süreci yaratabilme meselesidir.

Her türlü özdeksel kimliğin, statünün ve aidiyetin ötesinde, hepimize, tüm çocuklarımıza açık, eşit ve özgür bir demokratik öznellik, bir ortak-insanlık gerçekliğinin bu çılgın topraklardaki bu evrensel-demokratik özne-oluş sürecinde yaratılması mümkün olabilir, diyebilme meselesidir.

İşte…

Bu topraklarda haksız ve zamansız ölümlerle vücutları ve umutları parçalanan tüm çocuklar, hepimizi öncelikle kendimizden başlayacak bu evrensel-öznel ihtilale, bu demokratik-özneleşmeye davet ediyorlar.

Hepimizi bu ülkede ortak-insanlık temelinde herkese açık, eşit, özgür ve demokratik bir yurttaşlık öznelliği yaratılmasıyla sağlanacak evrensel adaleti gerçekleştirmeye çağırıyorlar.

Tüm savaşta ölen çocuklar ve tüm acılı analar-babalar adına hepimize sesleniyorlar…

Eşit ve özgür insanlar olarak, barış ve mutluluk içinde hep birlikte yaşayacağımız demokratik bir toplum kurmak adına, öncelikle adilane bir ortak-insanlıkta buluşacağımız öznel ihtilaller yapmamız gerekli, diyorlar…

Öz olarak…

Bu savaşta öldürülen tüm çocuklara, suçluların yargılanacağı bir demokratik toplum ve adalet sözü vermemiz için, hepimize, tüm insanlığa sonsuzluğun içinden sesleniyorlar.

 

(Bu yazı ilk olarak Ceylan Önkol’un ölümü üzerine 29 Eylül 2009’da yayınlanmıştır.)