The Molly Maguires, Bir Kara Elmas…

Soma ve Şırnak’ta Ölen Madencilerin Anısına…

The Molly Maguires, 1970 yılında Amerika’da ilk kez gösterime çıktığında beklenmedik bir ticari başarısızlık yaşar ve birkaç gün içinde gösterimden kaldırılır.

Film, tam 39 yıl boyunca unutulduktan sonra, 2009 yılında Cannes Film Festivali’nin Cannes Classics resmi seçkisinde, orijinal uzun versiyonuyla yeniden kamusal alana çıkar. Böylece The Molly Maguires, uzun yıllar kaldığı bu karanlıktan bir festival projeksiyonuyla çıkıp, bir kez daha perdeden yansıyarak seyircinin duygu ve düşüncesinde kendi özgün kara ışığına kavuşur.

The Molly Maguires, Cannes’daki gösteriminden sonra, yine 2009 yılının Ekim ayında, Paris’in “deneysel ve sanat filmleri” programlayan Filmothèque du Quartier Latin’de, daha sonra da bölgesel olarak Avignon, Bordeaux, Toulouse şehirlerindeki Utopia Sinemaları’nda yapılan gösterimlerle bir kez daha kamusal alanda seyirciyle buluşur.

The Molly Maguires filminin ticari macerası, kamusal alandaki görünürlüğü ve aktüel heyecanlar çerçevesindeki yaşamı bu denli kısa ve geçicidir.

Film, gişedeki başarısızlığın bir eserin kaderini belirleyen bir ölçü olarak almanın sonucunda, kolektif bilinç ve kamusal hafızada da unutulmuşluğa mahkûm olarak uzun yıllar yok hükmünde sayılır… Festivallerin minnet seçkilerinde, arada bir görücüye çıkıp hatırlanmaya davet edilir.

Oysa…

The Molly Maguires, her türlü ticari kaygıdan, geçici gündem telaşından ve minnet borcundan öte, sadece herhangi bir film olarak izlendiğinde, seyircinin somut olarak karşısında gördüğü, duyusal ve düşünsel olarak yaşadığı deneyim çok farklıdır.

Her şeyden önce…

The Molly Maguires filmini izlediğimizde gördüğümüz, Nietzsche’nin nitelemesiyle, ticari başarı, popülerlik ve güncellik kaygısından ötede, onun “zamansız” (intempestif) yani tüm zamanlara ait bir eser olduğudur.

Yani…

Hiçbir yerel çerçevenin ve herhangi bir popüler güncelliğin içine hapsedilemeyen evrensel ve zaman dışı bir sanat eseri olduğudur…

Yani…

Her yere ve tüm zamanlara ait…

Çünkü…

Filmi izlediğimizde, görünen odur ki…

The Molly Maguires, her şeyden önce, sinemanın kendi özgün operasyonlarıyla düşünen bir sanat olduğunun ve düşüncenin de her türlü ticari ve aktüel kaygıların dışında sınırsız, sonsuz ve ölümsüz bir öznel hakikate sahip olduğunun somut örneğidir.

The Molly Maguires filminin her kişisel ya da kolektif, özel ya da kamusal izlenmesinde; incelemesinde sonsuz, sınırsız, zaman ötesi bir evrensel-düşünsel gücün sanatsal olarak aktüalize edildiği sıra dışı bir deneyim yaşanmaktadır.

Her seyircinin kapasitesi dâhilinde olan bu bildik-tanıdık özgün ve öznel deneyim; her yaratıcı sinematografik anlatının, evrensel bir düşünceyi özgün sine-fikirlerle sunduğu her film karşısında bilfiil yaşanır.

Gişe ölçüsü, gündem coşkusu ve günlük anmaların ötesinde, bir filmi, düşünen bir sanat eseri olarak zaman ötesi ve ölümsüz kılan; her zaman, her yerde ve her istenildiğinde aktüalize edilebilir kılan, işte sadece onun bu yaratıcı sanatsal-fikirsel-öznel gücüdür.

Her seyirci, yani filmin gelip kendine zihinsel ve duyusal olarak dokunmasına izin verecek tarzda sadece herhangi bir seyirci olarak bir filmi izleyen ve değerlendiren herkes, herhangi bir filmin bu sinemasal gücünün deneyimini her zaman yaşayabilir.

Ve…

Her seyirci, bu doğrudan karşılaşmayı, bu özgün deneyimi, ne zaman ve hangi film karşısında yaşadığını da bizzat çok iyi hisseder.

İşte…

The Molly Maguires, izlendiğinde sinema sanatının bu öznel-sihirli gücene sahip olan filmlerden biri olduğu açıkça görülür.

Bu nedenle…

Öncelikle bu nedenle…

Soma ve Şırnak’ta ölen madenciler anısına olan Sine-Felsefe etkinliğimizde The Molly Maguires gibi bir filmin sanatsal ve düşünsel gücünü, Türkiye’de, kamusal alanda, kolektif bir seyir ve sinematografik bir inceleme deneyimiyle güncellemeyi seçtik.

Yani…

Her şeyden önce…

The Molly Maguires, bir kurmaca film olarak, düşündüğü konunun kendisini nasıl bir fikirsel özgünlük ve sinematografik yaratıcılıkla ele alıp işlediğinin altını çizmek istedik.

Yaptığımız araştırmacı çalışma ve sunum çerçevesinde, The Molly Maguires filmini Türkiye’de de, sinema tarihinin her döneminde, unutulmuşluğun, karanlığın içinden ışıldayan bir başyapıt, özgün sinematografik atmosferiyle bir “Kara Elmas” olarak niteleyerek güncelledik ve sunduk.

Ama…

Aynı zamanda…

The Molly Maguires filmini, unutulmuşluğun içinden çekip alarak Soma ve Şırnak madencileri anısına olan bir etkinlikte, sadece “işte bu film, sinema sanatının bir başyapıtıdır” diyerek sunmak değildi…

Amacımız, Soma’da, Şırnak’ta ve yeryüzünün tüm madenlerinde öncesiz ve sonsuz bir trajedi gibi yaşanan insanlık dışı sömürüyü ve haksız ölümleri bir sinema eserinin nezdinde mesafeli bir duyarlılık içinde düşünmek de değildi sadece…

Amaç…

The Molly Maguires filmini seçmemizin nedeni, aynı zamanda, filmin 1876 yılında Amerika’nın Pennsylvania eyaletindeki uzun bir grev sonrası yaşanan gerçekliği senaryolaştırdığı içeriği ile birlikte düşünerek, Amerikan işçi sınıfının ve yeryüzünün tüm madencilerinin insanlık dışı bir sömürü karşısındaki haklı ve soylu mücadelelerini aktüalize etmekti aynı zamanda…

Yani…

Sadece…

“Yeryüzünde her canlının bir sesi vardır, herkes kendi sesini çıkarmalıdır.” diyerek, her şeye rağmen bir insan olarak mücadele eden madencilerin bizzat kendi mücadelelerini madenlerin karanlık dehlizlerinden alıp kamusal alanda ışıldayan bir “Kara Elmas” olarak hatırlatmaktı aynı zamanda…

Kısaca…

Amaç…

1876 yılında, Amerika’da, ölüm kamplarını andıran bir madenci kasabasında, her yere sinen gümüş renkli kömür tozunun istilası altında…

Madenin derinlerindeki dehlizlerin ışıldayan karanlığında insanların ölüme mahkûm edildiği bir kurgusal evrende…

Sermayenin, Kilise’nin ve özel güvenlik şirketlerinin “kutsal ittifakı” karşısında…

Her şeye rağmen…

Boyun eğmeyen madencilerin, sadece herhangi bir insan olarak, kendilerine olan inançlarını ve insan olmanın onurunu korumadaki kararlılıklarını anlatan bir filmin, kendi içkin kara ışığıyla yaşamaktı aynı zamanda…

Filmin her seyircinin duyarlılığında ve bilincinde yaktığı kıvılcımla sadece insan olmanın ve bir “ortak-insanlığa” ait olmanın ne demek olduğunu nasıl hatırlattığının altını çizmekti aynı zamanda…

“Don Kişot” adlı sahipsiz ve elektriksiz bir yerden…

Zamansız bir “Kara Elmas” pırıltısının…

Tüm yeryüzüne…

“Zaman dışı güncel bir seslenişi olarak…

22.06.2014

(Not: Filmin, bu çalışma çerçevesindeki detaylı bir incelemesi Paradoks Dergi Sine-Felsefe’de yayınlanacaktır.)

Yazar: Metin Gönen