Yayın Yasakları ve Komplo Teorileri
Yayın yasakları ve komplo teorileri arasında içli dışlı bir ilişki vardır.
Bir yayın yasağı, “bunu haber yapamazsın” der. Gerçekte neler olup bittiğinin “objektif” olarak “haberi” alınamadığı için, belirsizlik duruma hakim olur. Belirsizlik kaygı verici bir bekleyiş olduğundan, imgesel yaratıcılık devreye girer. Olaylar serbestçe tasarımlanır. Bilcümle varsayım, haberin yerini alır.
Bu şekilde…
Komplo teorileri, serbest tasarımlar olarak belirsizliklerden doğar; karartmalardan beslenir, büyür ve gelişir.
Zihinsel-olgusal ya da geleneksek-hukuki her türlü yasaklarla iç içe bir yaşam sürer…
Bu nedenle…
Komplo teorileri; içinden çıkıp, doğup, büyüdüğü yasaklı yaşamları ve karanlık ortamları sever.
Yöneticilerin anayasal haklar çerçevesinde halka bilgi ve hesap vermek yerine, emir komuta mantığıyla ülke yönettiği; basının özgürce çalışıp toplumu haberdar etmek yerine, belli bir iktidarın tanıtım şirketi olarak yayın yapmayı kendine görev edindiği betonarme toplumlarda, tüm yurttaşları ilgilendiren önemli durumları ve olayları, yalanlarla göreceleştirmek, safsatalarla sulandırmak, haber yasaklarıyla karartmak geçer akçedir.
Çünkü…
Kamusal alanda bilgi ve haber alma, sorgulama ve fikir belirtme gibi temel anayasal haklardan yoksun olarak belirsizliğe ve karanlığa mahkum edilmiş, kendi ürettiği paranoyak senaryolarıyla kendi içine kapalı olarak yaşayan mühürlü toplumlarda, her türlü demokratik talebin suç, her türlü fikirsel beyanın da bir lüks sayıldığı otistik bir yaşam biçimini insanlara empoze etmek kolaydır.
İşte…
Komplo teorileri, bu baskılanmış ve karartılmış ortamlarda bir nebze rahatlama ve bir tutam aydınlık illuzyonu olarak dolaşıma çıkar.
Böylece…
Her şeyin “doğal” gözüktüğü bir toplumsal totoloji, bir olgusal kısır döngü yaşanır gider…
Yasakçı bir toplumda özgür basın olmadığından, habercilik olmaz. Haber alamadığımız için, toplumdan ve yöneticilerin icraatlarından bihaber oluruz. Ne olup bittiğinden bihaber olduğumuz için, hiç bir şeye karar veremeyiz; biçare bir şekilde kendi tasarlanmış haberlerimizi, kendi paranoyalarımızı, komplo teorilerimizi üretiriz. Bizzat kendi üretimimiz olan paranoyalarımızı, komplo teorilerimizi, doğal olarak “haber” yerine koyarız. Haberdar olma iluzyonu içinde aydınlanır ve rahatlarız.
Yani…
Neler olup bittiğinden bihaber olarak, kendi paranoyalarımızı, kendi komplo teorilerimizi kendi “haberlerimiz” olarak kurgulayıp, onlara kendimizce inandığımız için de; ne kendimizi, ne içinde yaşadığımız bu baskılanmış ve karartılmış toplum modelini sorgularız.
Böylece…
Her şeyden bihaber olduğumuzdan da bihaber yaşarız…
Mutlu, mesut bir illüzyon içinde!
Çünkü…
Bu toplumsal totoloji döngüsü içindeki her şey, doğal, kanıksanmış ve olması gerektiği gibiymiş duygusuyla tekrarlanıp durur…
Oysa…
Sadece bir an durup, düşünüp, kendini sorgulayıp, hayır? denilse, bu illüzyon çarkının kısır döngüsü de durur.
Çünkü…
Özgür bir basının, olayları insanların gözünün önünde oluyormuşçasına değerlendirebileceği ve kendi fikirlerini kendi başlarına özgürce oluşturabilecekleri şekilde iktidarlardan bağımsız olarak haber yaptığı toplumlarda; olayları karartmak, insanları yalanlarla yönlendirmek ya da safsatalarla ikna etmek, komplo teorileriyle tatmin etmek mümkün değildir.
Bu nedenle…
Özgür bir basının habercilik işini gerektiği gibi yaptığı toplumlarda, komplo teorileri de revaçta değildir.
Bu durumda…
Eğer yine halkın uyutulması için bir illüzyon çarkı dönecekse, iktidarların, aydınlık bir ortamda, göz önünde, neyin nasıl olduğunun haberlerini vererek, gerekçeli açıklamalar ve iknaya yönelik argümanlı fikirlerle çok daha fazla çalışmaları, daha sofistike ve akıllıca davranmaları gerekir.
İşte bu da her şeyi temelden değiştiren bir olanak sağlar.
Çünkü…
Bu, halka aynı aydınlık ortamda, herkesin gözü önünde, aynı akıl ve zeka ile eşit olarak, karşıt bir gerekçeli açıklama, farklı bir argümanlı fikir sunma özgürlüğünü, başka bir toplum modeli savunma hakkını ve bunun için demokratik örgütlenme olanağını sağlar.
Çünkü…
Hangi taraftan olursa olsun…
Eğer, bir yerde bir gerekçeli açıklama ve argümanlı bir fikir varsa, bu prensip olarak şu demektir:
Bunları ifade eden de, bunların muhatabı da, bunları anlayabilecek, değerlendirebilecek ve kendi kararlarını verebilecek olan da aynı insani kapasitelere sahiptir.
Yani…
Bu gerekçeleri ve argümanları anlaşılması için söyleyen de, anlamak için dinleyen de; anlaşılması için yazan da, anlamak için okuyan da, aynı eşit zihinsel-insani kapasitelere sahiptir.
Yoksa…
Bu ortak kapasiteleri yok sayanların sandığı ve yaptıkları gibi, bir şeyi emir-komuta zinciri içinde başka insanlara yönelik ifade etmek, tek taraflı ve saçma bir şeydir.
Çünkü…
Emirlerin bile uygulanması için önce karşılıklı olarak ortak bir akıl ve zihin ile bunların anlaşılması gerekir: bunun için de karşılıklı olarak aynı, yani ortak insani kapasitelere ihtiyaç vardır.
Bu da demektir ki…
Bu gerekçeli açıklamaları ve argümanlı fikirleri anlaşılması için sunarak karar verilmesini isteyen de; anlayıp, değerlendirip karar verecek olan da, aynı özgürlüğe ve aynı sorumluluğa sahip olarak birleriyle eşit olan insandır.
İşte bu ortak payda, her şeyi temelden değiştirir.
Bu eşitlik ve özgürlük prensibi, tüm insanların sahip olduğu ortak payda olarak, aynı zamanda her şeyin farklı olabilmesinin de apriori koşulu, yani yapılandırıcı-yönlendirici potansiyel-gücüdür…
Çünkü…
Bu apriori koşul; aydınlatılmış bir kamusal alanda, herkesin gözü önünde, ayrı dünyaların eşit ve özgürce birbirleriyle karşılaşmasına zemin oluşturur.
Yani…
Bu apriori koşul; hem kamusal alanda her türlü fikirlerin, aidiyetlerin ve inançların farklılıklarını ifade edebilmelerini garanti eder, hem de bütün bu farlılıkların üzerinde ortak-toplumsal sahnelerde evrensel bir kolektif öznellik, çoğulcu bir ortak-yaşam ve çokluk içeren kader birlikleri oluşturabilme olanağını sağlar.
Oysa…
Sembolü ampul olan bir iktidarın ışığı yıllardır yanarken, yasaklarının ve komplo teorilerinin bu kadar popüler olması, kamusal alanın ne kadar aydınlık, toplumsal yaşamın da ne kadar eşitlikçi ve özgür olduğunun ironik bir ifadesidir…
…
02.04.2015