Tarihsel Gerçeklik ve Sinematografik Hakikat

Tarihsel Gerçeklik ve Sinematografik Hakikat

Abraham Lincoln, 19. yy.da yaşamış, özgürlük ve eşitlik fikirleriyle köleciliğe karşı mücadele etmiş tarihsel bir kişiliktir ve Amerika Birleşik Devletleri’nin 16. Başkanıdır. Bu tarihsel gerçekliktir.

Steven Spielberg’in Lincoln (2012) ve Timur Bekmambetov’un Abraham Lincoln: Wampir Hunter (2012) filmleri, ikisi de gerçekten yaşamış bir tarihsel kişilik olan Abraham Lincoln’ün köleciliğin kaldırılması doğrultusunda mücadeleci yaşamını konu alır.

Lincoln (Steven Spielberg, 2012)
Lincoln (Steven Spielberg, 2012)

Ama bu tarihsel kişiliğin gerçeğe uygunluğu ve rolünün hakikati açısından iki filmin arasında radikal bir fark vardır. Steven Spielberg’in filminde, Amerikan Başkanı Abraham Lincoln, bildiğimiz, tanıdığımız reel dünyanın benzeri olan bir kurgusal evrende, gerçek tarihsel kişiliğine uygun bir tiplemeyle Başkan olarak rolünü icra eder.

Abraham Lincoln: Wampir Hunter (Timur Bekmambetov, 2012)
Abraham Lincoln: Wampir Hunter (Timur Bekmambetov, 2012)

Oysa fantastik filmlerin başarılı yönetmeni Tim Burton’un yapımcılığını üstlendiği, Abraham Lincoln: Wampir Hunter filminde ise, aynı Abraham Lincoln köleci vampirlere karşı özel gümüş baltasıyla savaşan fantastik bir Başkan karakteri rolündedir. Baltası ve Uzak Doğu dövüş sanatı uzmanlığıyla tek tek karanlık vampirlerin kökünü kazıyamayacağını anlayınca; fikirlerini de devreye sokmak ve kolektif bir mücadeleyi başlatmak için baltasını dolaba kilitler ve politikaya atılır. Genç vampir avcısı Abraham Lincoln, köleciliğe karşı eşitlikçi ve özgürlükçü fikirleriyle Amerika başkanı seçilir. Köleliği kaldırmak ve vampirleri topyekûn yok etmek için Güney’e savaş açar. Kuzey’de tüm gümüş çatal ve kaşıkları toplayarak kan emici karanlık derebeylerine karşı ölümcül silahlar yaptırarak savaşı kazanır. Tarihsel gerçekliğinden farklı olarak bir vampir avcısı tiplemesiyle kurgulanan bu imgesel karakter Abraham Lincoln’ün fantastik hakikatine, hem filmin kurgusal evrenindeki diğer karakterler, hem de salondaki seyirciler inanır. Bu sinematografik hakikattır. En azından film izleme süresi boyunca kurmacanın hakikatına olan bu inanç korunur…

Hem Hollywood estetiğinin altın çağının, hem de John Ford’un en sade, en samimi filmlerinden olan Joung Mr. Lincoln (1939) ise, bu kez hem Spielberg’in hem de Bekmambetov’un filmindekinden farklı bir Abraham Lincoln karakterine sahiptir. John Ford, filminde bir halk figürü olarak Abraham Lincoln’ün sadece gençlik yıllarını konu alır ve bir Amerikalı olma fikrini bu anonim genç tiplemesiyle işler. Hiç okula gidemeyen genç Abraham’ın fırsat buldukça kitap okumasını, kendini yetiştirmesini, hukuk kitapları okuyarak, yasaları öğrenerek, sonunda avukatlık mesleğini yapmaya bile hak kazanmasını öyküleyerek, onun yaşamın içinde, halka yakın popüler ve sevilen bir kişilik oluşunun sade başarısını anlatır. John Ford, diğer iki filmdekinin tersine, kendi filminde genç Abraham’ın Amerika’nın Başkanı olacağı ve Güney’e karşı bir iç savaş başlatacağı konusunda en ufak bir öngörüde dahi bulunmaz. Filmin, bir tarihsel kişilik olan Abraham Lincoln’ün yaşamını ve onun köleciliğin kaldırılması gibi önemli bir misyonunu yerine getirişini anlatmak diye bir derdi de yoktur. Film, otodidakt bir gencin okuma ve çalışma azmiyle hem sevilen popüler bir insan, hem de hiç okula gitmeden bir avukat oluşunun başarısına odaklanır. Ford, bu başarıyı Amerikan Demokrasi’si kitabında Tocqueville’in altını çizdiği şans eşitliği fikriyle özdeşleştirerek anlatmak için, Abraham Lincoln’ün gençliğini, politikaya atılmadan önceki yaşamının anonim yıllarını bir dramatik öğe olarak kullanır sadece.

Joung Mr. Lincoln (John Ford, 1939)
Joung Mr. Lincoln (John Ford, 1939)

Bu üç filmde, Abraham Lincoln’lardan biri, okumayı seven ve kendi kendini yetiştiren anonim bir gençtir. Bir diğeri, özel gümüş baltasıyla vampir avlayan bir dövüşçü Başkan’dır. Bir diğer Abraham Lincoln ise, Spilberg’in Lincoln filminde inceleyeceğimiz gibi, köleci çoğunluğa rağmen parlamentodan köleciliğe son verecek yasayı geçirmek için mücadele eden kararlı bir Amerika Başkanı’dır. Üç farklı Abraham Lincoln’ü anlatan bu üç filmde de, temel karakter aslında tarihsel kişilik olarak yaşamış aynı Abraham Lincoln’dür. Ama bu üç filmde de birbirinden tamamen farklı Abraham Lincoln’lar söz konusudur. Üç filmde de, kurmacanın kendi rasyonalitesi içinde üç farklı sinematografik hakikat söz konusudur.

Aynı tarihi gerçek kişilik olan Başkan Abraham Lincoln’ün yaşamını ve mücadelesini konu olan bu üç filmin açıkça gösterdiği gibi, bir sinema eserinin dünyasını ve kişiliklerini “gerçeğe uygun” hale getirmek, yaşamdaki referanslara göre ampirik bir özdeşlik-aynılık yaratma operasyonu değildir.

Bir filmin dünyasının ve karakterlerinin hakikati, onu yaşamın kendisiyle olgusal olarak birebir karşılaştırılmasında yatmaz.

Tersine…

Bir filmin hakikati, onun kendi yarattığı kurgusal dünyasının, olay örgüsünün ve karakterler sisteminin içinde bir mantıklı yapıyla “gerçeğe uygunluk” oluşturmasında ve bundan kaynaklanan konvansiyonel “inançta” yatmaktadır.

Çünkü…

Bir film, ne gerçekliğin edilgen bir aynasıdır, ne de fantazmların serbest kopyası şeklinde rastgele söylencelerdir. Bir film, her hangi bir gerçekliğin, onu düşünmek için, neden sonuç ardışıklığı içinde bir mantıksal dramatik sistem kazandırarak, onun olgusal varoluşunun hakikatinin kavranılmasını sağlayan bir sinematografik ilişkilendirme ve bir rasyonel yapılandırma operasyonudur.

Aristoteles’in Poetika’nın birinci kitabında kurallarını belirlediği gibi, bir kurgusal yapıt, bir temsili olaylar ardışıklığı, bu olayların geçtiği bir özgün zaman-mekân yapısı, bir gerçeğe uygunluk ve olabilirlik sistemi oluşturma operasyonudur. Yani kurmacanın kendine içkin bir rasyonalitesi vardır. Bu rasyonalite gerçek dünyanın referanslarına uygunluk anlamında bir dışsal ilişkisi değil, tersine sadece kurmacanın kendi kurgusal evrenine içkin bir mantıksallıktır. Bu anlamda sinematografik hakikat ve kurmacanın inandırıcılığı, olguların ve olayların ampirik gerçekliğini yaşamda var olduğu ve göründüğü gibi yansıtmak değildir.

Çünkü…

Django Unchained filmini örnek olarak gösterdiği çizdiği gibi, olguların ve olayların kendi sosyal ve tarihsel ampirik gerçekliğiyle, sinema eserinin kendi kurguladığı dünyanın içinde yarattığı rasyonellik, hakikat ve inandırıcılık etkisi farklı şeylerdir. Bir filmin yarattığı hakikat ve buna olan gerçeklik inancı, o filmin, zorunlu nedensellik ardışıklığı içinde seyirciye olabilirlik izlenimi veren ilişkilendirme operasyonlarının yarattığı tutarlı bir kurgusal evrenin gerçeğe uygunluğundan gelir.

İşte bu nedenle Aristoteles, kurmacanın “olabilecek-olanlardan” oluşan hakikatini ve inandırıcı mantığını; tarihin, rastlantısallık içinde “olmuş-olan” olayları ve olguları bir arada sunan ampirik gerçekliğinden üstün tutar.

Ampirik gerçekliğin gücü ve etkisi onun kendi rastlantısallığı ile sınırlıdır. Oysa Inglourious Basterds filminin örnek olarak gösterdiği gibi, kurmacanın, imgesel tarzda zorunlu nedensellikler tasarlayarak bir mantıksallık ve gerçeğe uygunluk olasılığı içinde olayları ilişkilendirmesi, kendi varoluşundan öte bir kurmaca-hakikat yaratır ve ona olan konvensiyonel “inancı” sağlar.

Tabii ki, filmin seyri sürecinde…

Metin Gönen

23.07.2013